1918’in sonlarına doğru sona eren I. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. Savaşın sonlarına doğru Rusya’da, savaş sonrasında ise Almanya ve İtalya’da yönetim değişiklikleri olmuştur. Bu süreçte Rusya’da Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde Bolşevikler, Almanya’da Adolf Hitler önderliğinde Naziler ve İtalya’da Benito Amilcare Andrea Mussolini önderliğinde Faşistler hükümete geldiler.
“1918’da başlayıp 1939’da patlak veren İkinci Dünya Savaşı ile biten iki savaş arası dönemi, Avrupa’nın ve sonra dünyanın bir dünya savaşından bir başka dünya savaşına gidişini hazırlayan dönemdir.”[1] İş bu dönemde II. Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulurken, devletler ve ideolojiler sürekli olarak kendilerini geliştirmek güdüsüyle çalışmalar yürütmüşlerdir. Bu çalışmalar çerçevesinde önem verilen bir konu da psikolojik savaş uygulamalarıdır. Rusya’da Bolşevikler, Almanya’da Naziler ve İtalya’da Faşistler propagandayı sürekli olarak iç ve dış politikada uygulamışlar ve propaganda adeta yönetimin ana unsurlarından bir tanesi haline gelmiştir.
Savaş sonrasında psikolojik savaş uygulamalarını yoğun olarak kullanmaya başlayan ve psikolojik savaş uygulamak üzere sürekli bir teşkilatlanma kuran ilk devlet Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmuştur. Kurulan sosyalist iktidar, iç ve dış politikada sürekli olarak psikolojik savaş uygulamalarını kullanmıştır. Psikolojik savaşın aracı olarak ise duvar resimleri, gazeteler, dergiler, broşürler, radyo, müzik ve sinema kullanılmıştır. “Artık zamanın, mekanın ve anlaşmaların engellerinden sıyrılan, madde-dışı olduğu için ele avuca sığmayan, her kalıba ve her kılığa girebilen psikolojik savaş da açıkça ilan edilebilmiş, Devletlerin politik ilişkileriyle atbaşı giden bir hal almıştır.”[2]
Almanya’da ise Adolf Hitler önderliğindeki Naziler; hükümete gelmek ve hükümette kalmak amacıyla ciddi bir psikolojik savaş vermişlerdir. Klasik medya araçlarını kullanarak iktidara emin adımlarla yürüyen Adolf Hitler, bu gücü Almanya’da iktidarı ele geçirmekte ve II. Dünya Savaşı sürecinde uluslararası propaganda yapmakta en aktif şekilde kullanmıştır. Öyle ki Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi, Alman medyasının neredeyse tamamını, tirajlar göz önüne alınırsa toplamda %96′sını kendi emelleri doğrultusunda kullanmış, yönlendirmiştir. “İki savaş arası dönemde Almanlar psikolojinin olası kullanım alanlarını daha önce olmadığı şekilde geliştirdiler ve on yılın sonunda Alman ordusunda, demir yollarında, posta hizmetlerinde, ticari taşımacılıkta, işçi değiştirmede, istatistik bürolarında ve polis kuvvetlerinde deney laboratuarları kurdular. 1930’lu yılların başlarında kitlesel psikoloji testleri en azından 13 Alman üniversitesi ve 9 teknoloji enstitüsünde uygulanmaktaydı.”[3]
İtalya’daki durum da Almanya’dan farklı değildi. Faşizmin egemen olduğu topraklarda, liberal medya sistemi sonlandırılarak, devlet medyası kuruldu. Faşist olmayan gazeteler teker teker kapatıldı, ancak “faşizme karşı olmama”yı taahhüt eden medya kuruluşları varlıklarını sürdürebildiler. İtalya’da da gazete, dergi, radyo ve sinemaya büyük önem verilmiş ve bu araçlar ciddi anlamla psikolojik savaşta kullanılmışlardır.
[1] Oral Sander, Siyasi Tarih, 1918-1994, İmge Yayınevi, Ankara, 1996, Sayfa 13
[2] Maurice Marget, Psikolojik Savaş, Çeviri: Samih Tiryakioğlu ,Varlık Yayınları, İstanbul, 1972, Sayfa 38
[3] Ahmet Çeşme, Kansız Mücadelenin Kanlı Yüzü Psikolojik Harekat ve PKK, IQ Kültür Sanat ve Yayıncılık, İstanbul, 2005, Sayfa 104