Bu teoriler çok basit bir temele dayanır. Devletin vatandaşlara karşı sorumlulukları vardır. Vatandaşlar da devlete karşı yükümlülükleri ve ödevleri vardır. Her iki tarafı orta noktada yani toplumda buluşturan temel güdü aynıdır. Bu güdü çıkar güdüsüdür. Her iki tarafta orta noktada bulunmaktan dolayı çıkarlıdırlar.Ancak yine de çoğu zaman kâğıt üstünde kalan bir teoridir. Portekiz’deki metro istasyonu bana bu teorinin pratiğe yani günlük yaşamda uygulanmasının o kadar da imkansız olmadığını gösterdi…
Pek çok politik teori “toplum sözleşmesi” teorisi üzerine kuruludur. Bu teoriler arasında en çok bilineni ve beklide en etkili olanı Rousseau’nun teorisidir. Ancak tek toplum sözleşmesi teorisi onunki değildir. Bu konuda diğer önemli toplum sözleşmesi kuramcıları John Locke ve Thomas Hobbes’tur.
Bu teoriler çok basit bir temele dayanır. Devletin vatandaşlara karşı sorumlulukları vardır. Vatandaşlar da devlete karşı yükümlülükleri ve ödevleri vardır. Her iki tarafı orta noktada yani toplumda buluşturan temel güdü aynıdır. Bu güdü çıkar güdüsüdür. Her iki tarafta orta noktada bulunmaktan dolayı çıkarlıdırlar. Aslında bu teorilerin bazıları örneğin Hobbes’un ki gibi devleti daha çıkarlı konumda tutar. Bazıları ise Rousseau’nun ki gibi toplumu ya da bireyin çıkarını ön planda tutar.
Bu teorilerin bundan sonraki varsayımları ise her iki tarafında durumlarını koruyacak şekilde sözleşme yaptıklarıdır. Bu tabiî ki de yazılı bir anlaşma değildir. Yıllardan beri süre gelen ve insanların akıllarında şekillenmiş olan bir sözleşmedir. Özellikle liberal düşünce akımları ve yönetimlerin demokratikleşmesiyle bu sözleşmeler yazılı olarak da varlık kazanmışlardır. Bu sözleşmelerden en önemlisi ise bugün neredeyse bütün devletlerin kabul ettiği ve iç hukukun da üstünde sayıldığı insan hakları sözleşmesidir. Türkiye’de bu sözleşmeyi iç hukukunun üstünde olduğunu kabul eden ülkelerdendir.
Ancak yine de çoğu zaman kâğıt üstünde kalan bir teoridir Toplum sözleşmesi teorisi. Devletin tam olarak vatandaşlara yönelik sorumluluklarını yerine getirdiğini söyleyemeyiz çoğu durumda. Aynı şekilde vatandaşlarında devlete olan ödevlerini ve yükümlülüklerini yerine getirdiğini de söyleyemeyiz. Bunun en önemli örneği herhalde vergilerdir. Vergilerle ilgili vatandaşların en büyük derdi vergilerin oldukça yüksek ve adaletsiz olduğu yönündedir. Ancak işin devlet tarafına geldiğimizde ise vergilerin yüksek olmasının nedenini vatandaşların vergilerini düzgün ödemiyor yada vergi kaçırıyor olmaları temel sebep olarak görülmektedir. Toplumsal sözleşme bu yüzden kağıt sütünde klan bir teoridir. Eğer devlet ve vatandaşlar yükümlülüklerini tam olarak yerine getirirlerse ön koşulunu barındırır ve bu yüzden hiçbir zaman tam olarak uygulanabilir olduğu söylenemez. Bu pek çok devlet ve toplum için böyledir.
Portekiz’de gördüğüm bir durum benim bu tezi yeniden gözden geçirmemi sağladı. Porto üniversitesinin yıllık açılış törenine katılmak üzere üniversite kampüsüne gitmeye karar verdik. Aslında bu kararımızda açılış töreninin ve sıkıcı konuşmaların payı oldukça düşüktü. Gitmemiz için esas motivasyon konuşma sonrasında yapılacak olan partiydi. Kararımızı verip porto üniversitesine doğru yola çıktık. Kampüse hem hızlı hem ucuz olması nedeniyle metroyla gitmeye karar verdik. Metro durağına vardığımızda ise şehirde yeni olduğumuz için bir memur yada bilet ofisi ardık ama sonuç olumsuzdu. Etrafımıza bakıp nasıl bilet alacağımızı ve hangi hatta binip gideceğimizi düşünürken bir güvenlik görevlisi fark ettik ve yabancı olduğumuzu ve bize yardım etmesini söyledik. çok açıklayıcı ve sabırlı bir şekilde bize 2kere nasıl bilet alacağımızı ve hangi hatta gideceğimizi anlatı.
Görevli yanımızdan gittikten sonra elimizdeki biletlerle geçebileceğimiz turnikeleri aradık fakat ortada metro istasyonunda hiç turnike yoktu. Sadece kartları okutabileceğimiz makineler vardı. Ve ortada bunu denetleyen kimse yoktu. Çok rahatlıkla ücret ödemeden metroya binmek mümkündü. Ancak sonra diğer insanlara baktım hepsi kartlarını okutup geçiyordu. Kimse “kimse denetlemiyor” diye kartı okutmadan geçmiyordu. o an herhalde toplum sözleşmesi bu olsa gerek diye düşündüm. Devlet vatandaşlarına karşı olan sorumluluğu yerine getirmiştir. Vatandaşlar ise bu karşılığı ödemekten oldukça memnunlar ve onları ödetmeye zorlayan herhangi bir sistem de yok. Onlar bu ödemeyi gerçek denetçiler olan vicdanlarına karşı yapıyor ve devlet onlara güvenerek aslında onları vicdanlarıyla baş başa bırakıyor.
Bu bana devlet – vatandaş arasındaki durumu, toplum sözleşmesinin temel varsayımını tekrar düşündürdü. Daha sonra öğrendiğim üzere Avrupa’nın pek çok şehrinde bu tarz bir uygulama görmek mümkün değilmiş. Üstelik bu Avrupa toplum sözleşmesi teorisinin teorisyenlerinin yaşadığı, sözleşme kültürünün en önemli kültür olarak varsayıldığı Avrupa… Şimdi karar vermek zorlaşıyor daha da zor. Hangisi Avrupa? Ben böyle uygulamaların insan hakları teorisini üreten Fransa’da ya da İngiltere’de olduğunu düşünürdüm buraya gelmeden. Avrupa hakkında bildiklerimi(zi) yeniden gözden geçirmem(iz) gerek anlaşılan…
Ömer Ulus