Orta Doğu'da Medya Devrimi ve Al Jazeera
Connect with us

3. Dünya

Orta Doğu’da Medya Devrimi ve Al Jazeera

Yayınlandı

on

Aslında son zamanlarda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki demokrasi taleplerinin başarısında en büyük etkinin medyaya ait olduğunu belirtmek hatta bunlara medya devrimleri demek daha doğru olacaktır. Benzer olaylar bundan beş-on yıl önce gündeme gelmiş olsaydı, mevcut yönetimler tarafından şiddet kullanılarak bastırılacağını veya bastırıldığını söylemek yanlış olmayacaktı. Dolayısıyla aşağıda kısaca belirteceğim içsel dinamikler süreçte şüphesiz ki çok etkili olmakla beraber özellikle El-Cezire’nin ve sosyal medyanın çok ciddi rol oynadığını unutmamakta fayda vardır. Sosyal medya (YouTube, Facebook, Twitter, Google ve gsm) ülke içi grupların örgütlenmesini ve kolay haberleşmesini sağlarken, Katar’dan yayın yapan ve Katar Emiri’nin cömertçe sağladığı fonlarla uluslararası çapta oldukça kaliteli ve geniş bir muhabir ağına sahip olan El-Cezire, gelişmeleri anında sıcağı sıcağına uluslararası toplumun önüne getirerek dünya kamuoyunun ve gelişmiş Batılı ülkelerin sessiz kalmasını engellemiştir. El-Cezire olmasaydı, diğer Batılı medyanın bu gelişmeleri görmezden gelme olasılığı oldukça yüksekti. Ancak onlar da El-Cezire’den geri kalmamak adına (özellikle BBC ve CNN) olayları canlı izleyerek aynı şekilde sürece pozitif yönde etki yapmak zorunda kalmışlardır.

Otoriter Yönetimler

Bu yönetimlerin hemen hepsinin dışarıda Batı’nın ve ABD’nin, içeride ise (Mısır’ın dışındakilerin) kabile şeflerinin desteğiyle ayakta durduğunu belirtmekte yarar vardır. Bu ülkelerde uzun sömürge yönetimleri bağımsızlıkla beraber yerlerini askeri yönetimlere devretmişlerdir. Mısır’da 1952’de monarşinin yıkılmasından itibaren ordunun işbaşında olduğu ve iktidarı önce Nasır, arkasından da Enver Sedat ve Mübarek’le kullandığı görülmüştür.

Cezayir 1962’de Fransa’dan (1830-1962) bağımsızlığını kazandıktan sonra, önce Ben Bella, arkasından 1965’deki darbe sonrasında Bumedyen ve 1978’de onun ölümüyle birlikte de Bin Cedid tarafından yönetilmiştir. Bağımsızlığın hemen akabinde çıkan iç savaşta 100,000’den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Cezayir’de bağımsızlıktan sonra sürekli bir şekilde tek parti yönetimlerine dayanan otoriter yönetimler işbaşında olmuştur. 1991-2002 yılları arasında gündeme gelen ve hükümet güçlerinin uyguladığı şiddet neticesinde 160,000 insan hayatını kaybetmiştir. Bu süreçte Batılı hükümetler İslami muhalefeti bastırmak için orduyu desteklemişlerdir. 1999’da işbaşına gelen Buteflika ile beraber sıkıyönetim devam etmiş, son olaylarla birlikte 20 yıldır uygulanan sıkıyönetimin önce gevşetilmesi sonra da kaldırılması gündeme gelmiştir.

Tunus da 1956’da bağımsızlığın kazanılmasının ardından önce Habib Burgiba, 1987’den itibaren de Ben Ali tarafından otoriter bir anlayışla yönetilmiştir. Muhalefete uygulanan baskılar, Cezayir ve Mısır’dan farklı olmamıştır. Şeklen siyasal partiler bulunsa da iktidar partisinin parlamentonun tamamına yakınını elinde bulundurması, muhalefete uygulanan baskının Mısır’dan farklı olmadığını ortaya koymaktadır.
Libya ise 1956’da bağımsızlığın kazanılmasının ardından 1969’daki genç subaylar darbesine kadar Kral İdris tarafından, 1969’dan itibaren ise Muammer Kaddafi tarafından yönetilmiştir. Diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden pek farklı olmayan son derece baskıcı bir otoriter anlayışla yönetilen Libya’da Devrim Komuta Konseyi’nin yanında kabile şeflerinden oluşan bir Meclis bulunmuştur. Genel seçim ve siyasal parti kavramı bu ülke halkının tanışık olmadığı kavramlar olmuştur.

Yemen’e gelince bu ülke 1991’de birleşinceye kadar Kuzey ve Güney Yemen olmak üzere iki ayrı bağımsız devletten oluşmuştur. 1991’deki birleşmeyle beraber 1978’den beri işbaşında bulunan Kuzey Yemen lideri Ali Abdullah Salih aynı zamanda birleşik Yemen’in Cumhurbaşkanı olmuş, ancak bu tarihten sonra demokrasinin geliştirilmesi yönünde ciddi adımlar atılmamıştır. Siyasal partiler serbest olmakla beraber aşiret yapısı ve geri ekonomik yapı ülkede demokrasinin gelişmesine izin vermemiştir. Ülkede son günlerde çıkan olaylar Şii-Sünni ve Kuzey-Güney gibi iki eksende bölünme potansiyeli taşıyan ülkede durumu kritik hale getirmektedir. Olayların başarı şansı sınırlı olmakla beraber, sonuçlarının ülkede bölünme riski taşıdığı söylenebilir.

Bahreyn’deki durumun diğerler ülkelerden çok farklı olmadığını söylemek mümkünse de, bu ülkenin 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını kazanmasının ardından da emirlikle yönetilmeye devam ettiğini, 2002’de ise ülkenin adının Bahreyn Krallığı olarak değiştirildiğini söylemek gerekir. Ülkede demokrasi bulunmamakla beraber, seçimle oluşan bir meclis görev yapmaktadır. Ancak asıl rahatsızlık, birkaç yıl öncesine kadar ülkenin yüzde 75’ini oluşturan Şii halka yönelik Sünni yönetimin ayrılıkçı davranması ve özellikle ülkeye çalışmak amacıyla Orta Doğu, Pakistan ve Hindistan’dan gelenlere vatandaşlık verilerek Şii oranının yüzde 50’ye kadar düşürülmüş olmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bu gelişmelere karşın Şii azınlığın durumunda bir iyileşmenin yapılmamış olması durumu derinleştirmiştir. Ayrıca olayların arkasında bir miktar İran’ın kışkırtmasının da bulunduğunu göz ardı etmemek gerekmektedir.

Ekonomik Sorunlar

Mevcut otoriter yönetimler tarafından kötü yönetilen bu ülkelerde ekonomik geri kalmışlık ve işsizlik geniş kitlelerin mevcut hükümetlere yönelik hoşnutsuzluğunun artmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Kişi başına milli gelirin 2000 dolar dolaylarında olduğu Mısır ve Yemen, bölgenin en yoksul ülkeleri durumdadırlar. Kişi başına milli gelirin 3000 dolar dolaylarında olduğu Tunus’u 4000 dolarla Cezayir, 12000 dolarla Libya ve 24000 dolarla Bahreyn izlese de gelir dağılımındaki adaletsizliklerden dolayı küçük bir seçkin kesim neredeyse tüm milli gelire sahip olurken, geniş kitlelerin yoksulluğu kader haline dönüşmüştür. Bunlar arasında ekonomik anlamda resmi rakamlar dikkate alındığında en iyi durumda olan Libya’da işsizliğin yüzde 20-30 dolaylarında olması özellikle genç kesimde rejime karşı nefret ve kinin artmasında etkili olmuştur.

Dış Politikalar

Halkının tamamına yakınını Müslümanların oluşturduğu bu ülkelerde mevcut yönetimlerin dış politikada Batılı ülkelerle ve ABD ile işbirliği yapması, özellikle Irak ve Filistin’deki gelişmelerle beraber mevcut yönetimlere karşı kin ve nefretin artmasına yol açmıştır.

Uluslararası Sistemdeki Değişimler

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ivme kazanan ve dünya çapında yaygın bir anlayış haline gelen demokrasi ve insan hakları gibi kavramların uzun zamandır birçok ülkede sivilleşme yönünde daha somut adımlar atılmasını zorunlu hale getirmişken bu bölgede etki yaratmayacağını iddia etmek mümkün değildi. Ancak içsel ve dışsal dinamikler bu bölgedeki gelişmelerin ve taleplerin güvenlik ve stratejik kaygılar temelinde bastırılmasına yol açmıştır. Fakat, özellikle ABD’de Obama’nın seçilmesine kadar varan süreç ve güvenliğin ana gündem konusu olmaktan yavaş yavaş çıkması Orta Doğu’daki gelişmelere zemin hazırlamıştır.

 

Prof. Dr. Tayyar Arı
Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, Orta Doğu Uzmanı

2007'den bu güne "Değiştirmek için anlamak, anlamak için Politik Akademi" sloganıyla "Dünya"nın haber ve analizini veriyoruz...

Devamını Oku
Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.