Hangi AB'ye Doğru?
Connect with us

Avrupa

Hangi AB’ye Doğru?

Yayınlandı

on

2008 yılından bu yana ekonomik krizle uğraşan Avrupa Birliği’nin geleceği, önemli tartışma konularından birini teşkil etmektedir. Bu önem, ileride yaşanacak olan gelişmelerin, hem uluslararası camiada, hem Avrupa Birliği bazında, hem de Türkiye–Avrupa Birliği ilişkileri açısından üç boyutlu bir etkiye sahip olacak olması sebebiyledir.

Artık şu bilinen bir gerçektir ki, Türkiye ile AB arasındaki “yarım asırlık sevda”da eski heyecan yoktur. Elbette bunun çeşitli nedenleri vardır ve bu nedenler tek bir tarafa da bağlı değildir. Bunun yanında, Euro bölgesinde yaşanan ekonomik buhrana ya da Türkiye–AB ilişkilerindeki soğumaya bakarak, bu “sevda”nın sona ereceğini beklemek yanlış olacaktır.

Bu analizin amacı, Türkiye’nin hangi AB’ye doğru yol aldığı, bunun içerisinde de AB’nin nereye doğru gittiği sorularına yanıt aramaktır. Bu sebeple, ilk bölümde Türk kamuoyundaki farklı Avrupa Birliği algıları ele alınacak, ardından, genel görünüm itibariyle Avrupa Birliği’nin geleceğine dair -doğru ve yanlış yönleri bulunduğu düşünülen- birkaç öngörüye yer verilecek ve son bölümde de Türkiye–AB ilişkilerinin bugünü ve (olası) yarını ele alınacaktır.

Türkiye’deki AB Algısı

Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerine dair Türkiye’de genel itibariyle dört görüş gözlemlenmiştir/gözlemlenebilir.

Görüşlerden ilkine göre; zaten Türkiye’nin AB’ye hiç ihtiyacı olmamıştı. Yarım asırdır Türkiye beyhude bir çaba içerisindeydi ve hala da öyledir. Türkiye ne yaparsa yapsın bu süreçten olumlu bir netice alamayacaktır, alamaz; çünkü AB, bir Hıristiyan kulübüdür. AB’nin tek amacı, Müslüman bir ülke olan Türkiye’yi bekletmek/oyalamak ve aslında yönelmesi gereken coğrafyaya yönelmesini engellemektir. Eklemek lazımdır ki, bu görüşü benimseyenler de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Bir taraf, Türkiye’nin İslam coğrafyasında yönelmesini, ilişkilerin bu coğrafya ile artırılmasını savunurken, diğer taraf da Kafkasya ve Orta Asya’ya (yeniden) yönelmeyi savunmuştur.

Görüşlerden ikincisine göre; Türkiye’nin AB üyeliği desteklenmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel hedeflerinden biri olan ‘muasır medeniyetler’ seviyesine ulaşabilmek ve hatta aşabilmek için Avrupa ile bütünleşmenin sağlanması, Batı’nın kriterlerinin, Batılı standartların, Türkiye’de uygulamaya konulması, bunun için gerekli reformların yapılması ve AB üyesi bir Avrupa ülkesi olunması gerekmektedir. Ayrıca, AB ülkelerine kıyasla Türkiye’nin sahip olduğu nüfus ve bu nüfus içerisindeki genç nüfus oranı, Türkiye’nin AB içerisinde kısa sürede etkin bir konuma gelmesini sağlayacaktır.

Üçüncü görüş; Türkiye’deki birçok konuda olduğu gibi bu konuda da ‘bana ne’ciliği benimsemeyen görüştür. Yani tabir-i caizse, “ben işime bakarım, onun haricinde ne olmuş ne bitmiş, eğer beni doğrudan ilgilendirmiyorsa ilgilenmiyorum” diyen bu tarafı pek çok hassas konuda da gördüğümüz için bu görüş hakkında daha fazla açıklama yapma ihtiyacı hissetmiyoruz.

Türkiye’nin AB ile olan ilişkine dair Türkiye’deki son görüşe göre ise; Türkiye zaten son üç asırlık Batılılaşma süreci kapsamında Avrupa ile ilişkilerini sürdürmektedir. Yani, birinci görüşü benimseyenlerin düşüncelerinin aksine, Avrupa özelinde Batı ile olan ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile değil, Osmanlı’nın son iki buçuk asrını kapsayan bir süreçtir. Yine bu görüşe göre, AB üyeliği sürecinde de, bu yarım asırlık “sevda”ya bakıldığında, bugün gelinen noktada Türkiye fiilen bir AB üyesi profili ortaya koymaktadır. Çünkü; birincisi, birçok alanda AB kriterleri esas alınarak yasal ve idari reformlar hayata geçirilmiştir. İkincisi, ekonomik veriler göz önünde bulundurulduğunda bugün birçok AB üyesi ile Türkiye mukayese edildiğinde, (her şeye rağmen) Türkiye’nin ekonomik durumunun bu ülkelere göre daha iyi seviyede olduğu görülecektir. Üçüncüsü, bugün vize alımı noktasında yaşanan problemlere ve aksaklıklara rağmen AB coğrafyasında yaşayan Türklerin sayısı ve özellikle üçüncü neslin (ilk giden gurbetçilerin torunları) bulundukları ülkenin ticari, siyasi ve akademik alanlarında daha etkin oldukları görülmektedir. Son olarak ise, kültür bağlamında da artık Türkiye’de Avrupa kültürünün büyük bir kesim tarafından benimsendiğini söylemek abartı olmayacaktır. Bu zaafı da gözden ırak tutmamak lazımdır. Maalesef, Türkiye Batı’nın medeniyetine yönelmesine rağmen onun kültürünü almış ve benimsemiştir. Bu açıdan da zaten birer Avrupalı olduğumuzu/olmaya başladığımızı belirtmeliyiz.

AB’nin Geleceği: Doğrular ve Yanlışlar

2008 yılından bu yana giderek büyüyen ekonomik kriz, dönem dönem görülen üyeler arası/liderler arası siyasi buhranlar ve daha birçok gerekçe… Soru ise gayet açık: AB’yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Bu soru, Avrupa özelinde daha dört–beş yıl öncesine kadar pek sorulmamıştır. Zira daha çok bu büyük medeniyet projesinin sahip olduğu eşsiz yapı (sui generis), bu yapının mükemmel işleyişinden bahsedilmiştir. Ve o dönem, hatta daha da öncesinde, Avrupa Birliği’nin 21. yüzyılda, zor bir duruma düşeceğine dair yapılan öngörülerde bulunulduğu vakit, bu öngörülerin içeriğine bakılmaksızın, ‘AB’yi tanımadan, AB karşıtlığı’ yapıldığı eleştirilerinde bulunulmuştur. Ancak görülmektedir ki, o dönem bu tür eleştirilerde bulunanlar, bugün AB’nin sona yaklaştığından bahsetmektedirler.

Ancak şunu da belirtmek lazımdır; Avrupa Birliği’nin bir anda dağılacağını, ortadan kalkacağını düşünmek de yanlıştır. Yunanistan, İtalya, İspanya, Macaristan, Portekiz ve İrlanda gibi ülkeler ciddi ekonomik kriz içerisindedirler. Ancak bunu bütün yapıya hasretmemek daha doğru olacaktır. Ayrıca, kurumsal açıdan, çok girift ve büyük bir yapıdan bahsetmekteyiz. Bu yapının, bütün kurumları, kuruluşları ile bir anda dağılmasını beklenmemelidir.

AB’nin fiili olarak ‘Fetret Devri’ni (1) yaşadığı doğrudur. Lakin Fetret Devri, olumsuz bir dönemi işaret ediyor olsa da, bu devrin ardından yeni bir yükselişin olmayacağını iddia edebilmek mümkün değildir.

Sonuç olarak, AB’den bahsederken tek bir AB’den bahsedilmediğini, üye ülkelerle, kurumları, kuruluşları ile girift bir yapıdan bahsedildiğini görmek gerekmektedir. Ayrıca, AB’nin zor bir süreç içerisinde olduğu, ancak bu sürecin nasıl/ne şekilde sona ereceğini kesin bir üslupla söyleyebilmenin de mümkün olamayacağı bilinmelidir.

Türkiye–AB ilişkilerinin Bugünü ve Geleceği ya da Türkiye’nin AB’ye İhtiyacı Kaldı mı?

Türkiye’nin AB “sevda”sının eski heyecanını yitirdiği belirtilmişti. Bir yandan, atılan/atılmaya çalışılan bütün adımlara rağmen, Türkiye’nin halen ‘kapıda bekletiliyor’ olması intibaının devam etmesi, diğer yandan, Türkiye’nin pek çok AB üyesi ülkeye göre, daha iyi ekonomik göstergelere sahip oluşu, artık ‘olsa olur olmasa da’ söylemini ortaya çıkarmıştır. Tabii ki, Türkiye’nin yine son dönemde –çokça tartışılan– Ortadoğu coğrafyasında yönelişini bir diğer faktör olarak eklemek lazımdır.

Bu genel tabloya rağmen, dikkat çekici olarak iki husus bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Avrupa Birliği’nin İlerleme Raporlarında Türkiye’yi eleştirmeye devam etmesidir. Raporların temel mantığının da zaten bu olduğu (yanlışların eleştirilmesi) belirtilse de, diğer bir taraftan AB’nin Türkiye’ye haksız tutumlar geliştirmeye devam ettiği (karşı)eleştirisi yapılmaktadır.
Diğer husus ise, 2011 genel seçimleri sürecinde yeni kurulan Bakanlıklardan birinin ‘Avrupa Birliği Bakanlığı’ olmasıdır (AB Bakanı: Egemen Bağış). Avrupa Birliği Bakanlığı’nın kurulması Türkiye’de iki farklı söylemi ortaya çıkarmıştır (bu söylemlerin yukarıda zikredilen ‘Türkiye’deki AB Algısı’ ile de ilgisi/ilişkisi vardır).

Söylemlerden ilkine göre, bu gelişme dikkat çekicidir, zira AB’nin cazibesini yitirdiği söylenirken, gerek hükümet gerekse de ilgili kurumlar bu süreçte atılması gereken adımları atmaya devam etmektedirler. Bu bakanlık, Türkiye–AB ilişkilerinin bugünü adına net bir cevaptır. Davutoğlu döneminde Türk dış politikasının kazanmış olduğu ivme ve yeni konum, geniş bir kitle tarafından takdir kazanmasına rağmen, pek çok bölgede ve kuruluşta daha etkin bir Türkiye görülmeye başlanmasına rağmen, AB için ayrı bir bakanlığın kurulması; hem artık sona gelindiği düşünülen bu sürecin ne kadar ciddiye alındığını, hem de bir süre tartışılmış olan ‘eksen kayması’ tartışmalarına karşı, Türkiye’nin tek-yönlü bir politika izlemediğinin, izlemeyeceğini göstermektedir.

Diğer söyleme göre ise, bu bakanlık Türk dış politikasının bir çelişkisini ortaya koymaktadır. Türkiye, bir taraftan Avrupa Birliği’ne yönelik tutum ve söylemlerini gittikçe sertleştirirken, AB’ye karşı eleştiri yüklü bir tavır alınırken ve AB’nin ekonomik ve siyasal durumu ortada iken; diğer taraftan Bakanlık, bu gerçekleri göz ardı edici bir biçimde AB yolunda çalışmalarına devam etmektedir. Dolayısıyla, Türk dış politikası, bu açıdan çıkmaz sokaktadır ve eforunu yanlış yönde kullanmaktadır.
Bu söylemlerle birlikte, dönem dönem politik sorunlar vuku bulmasına rağmen, Türkiye bu süreçte geri adım atmak ya da beklemek gibi bir niyetinin olmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu vurguların aynı şekilde cevap bulup bulamayacağı da önümüzdeki süreçte az ya da çok netlik kazanacaktır.

Türkiye–AB ilişkilerinin bugünü ve geleceğine dair söylemlerde, ‘ihtiyaç’ kelimesi, sıkça kullanılan sözcüklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. “Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı kalmadı”, “Türkiye’nin AB’ye olduğu kadar AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var” gibi cümleleri duyabilmek mümkündür. Bu tür söylemler aslında algılarda yaşanan değişimi göstermesi adına da manidar. Öyle ki, Soğuk savaş sürecinde Batı bloğunu tercih eden Türkiye için Avrupa ile bütünleşme hassas konulardan birini teşkil etmiştir. Bu sebeple, dönemin zeminini de dikkate alarak belirtmek lazımdı ki, o dönem Türkiye’nin Avrupa’ya nerdeyse ‘muhtaç’ konumda olduğu gibi bir intiba ortaya çıkmıştır ve neredeyse 21. yüzyıla değin bu intiba devam etmiştir.
Fakat özellikle Soğuk savaş döneminin ardından bu ‘muhtaç’lık ilişkisinin bir ‘ihtiyaç’a doğru evirildiği görülmüştür. Bugün ise, bu ‘ihtiyaç’ duyma konumu bile Türkiye lehine tartışılmaya başlanmıştır; AB’den de karşıt görüşlere rağmen, Türkiye’nin artık bekletilmemesi ve “kaybedilmemesi” yönünde belli çevrelerin söylemleri duyulmakta/görülmektedir.(2)

Sonuç

Avrupa Birliği’ni, girmiş olduğu ekonomik krizden kurtarma adına yapılan çalışmalar devam etmektedir. Şimdilik ekonomik kriz kadar göz önünde olmasa da, 2012’nin ilk yarısında, Kıbrıs adına Rum tarafının AB Dönem Başkanlığı yapması halinde Türkiye’nin nasıl bir tavır alacağı ve AB’nin de bu tavrı ne şekilde karşılayacağı ilerleyen süreçte gündemi meşgul eden konuların başında gelecektir.

Böyle bir durum ortaya çıktığı takdirde, ilişkilerin donması/durdurulması; 2005’ten bu yana Türkiye–AB ilişkisinin seyri ve Türkiye’nin belli kriterleri sağlama yönündeki göreli başarısı ve gayreti göz önünde bulundurulduğunda denilebilir ki, Türkiye’nin AB yolundaki ilerleyişini umulduğu kadar etkilemeyecektir.

“Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı kalmamıştır.” Bu, Türkiye’de olduğu kadar, Avrupa’da da kabul gören bir görüş halini almaktadır. Bu, bir diğer ifade ile artık Türkiye’nin ‘AB dışında bir AB üyesi’ olarak kabul görmesi anlamını taşımaktadır.
Ancak, tekrar belirtmek lazımdır ki, bugün gelinen noktada, AB’nin bugünün ve geleceği ve buna ilişkin olarak, Türkiye–Avrupa Birliği ilişkilerinin bugünü ve yarınından bahsederken, ‘hangi Avrupa Birliği’nden bahsedildiği sorgulanmak zorundadır.

 

Dipnotlar
(1)İrfan Kaya Ülger, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceği, 17.08.2011, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1119:tuerkiye-avrupa-birlii-likilerinin-gelecei&catid=70:ab-analizler&Itemid=134 (erişim: 5.12.2011)
(2)Bu konuda, önemli bir örnek olarak Bkz. Bağımsız Türkiye Komisyonu İkinci Raporu, Avrupa’da Türkiye, Kısır Döngüyü Kırmak, 2009.

Devamını Oku
Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.