Tunus’ta yaşanan halk hareketinin ardından 14 Ocak’ta Zeynel Abidin Ali’nin görevini bırakması, Orta Doğu’da yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmiştir. Yasemin devrimi olarak adlandırılan bu hareketin, Tunus’la sınırlı kalmayacağı ve diğer Orta Doğu ülkelerinde de etkisini göstereceği açıktı. Nitekim Mısır’da 25 Ocaktan itibaren yaşanmaya başlayan gösterilerle beraber Mübarek rejimi için yolun sonu başlamıştır.
Tunus’taki halk hareketi ile Mısır’daki halk hareketi arasında dışarıdan bir müdahalenin söz konusu olduğu organik bir ilişki bulmak oldukça zordur. Bununla beraber, iki hareket arasında bazı ortak özellikler bulunmaktadır: Tunus’ta 24, Mısır’da ise 30 yıldır iktidarda bulunan Devlet Başkanları, iktidarları süresince halkın taleplerini dikkate almamışlar ve süregelen yolsuzluklar ile sosyo-ekonomik dengesizlik toplumlardaki hoşnutsuzluğun artmasını beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda Tunus’taki hareket, Mısır’da yıllar önce başlaması gereken bir halk hareketini tetiklemiştir ve hareket, dışarıdan bir gücün yönlendirmesiyle değil; tamamen içsel nedenlerle ortaya çıkmıştır.
Hüsnü Mübarek, Enver Sedat’ın suikasta uğramasının ardından geldiği Devlet Başkanlığını, yapılan “seçimlerle” aralıksız olarak 30 yıldır sürdürmekteydi. İktidarı süresince ekonomik dengesizliğin ve yolsuzlukların giderek arttığı Mübarek yönetiminin, dış politika alanında da İsrail ile kurduğu yakın ilişki ve özellikle Filistin sorunu konusunda takındığı tavır yüzünden yeterli halk desteğine sahip olmadığı bilinen bir gerçekti. Mübarek yönetimi Filistin’in dışarıya tek çıkışı sayılabilecek olan Refah kapısındaki uygulamalarıyla zaman zaman İsrail’i bile geride bırakan uygulamalara imza atmaktaydı.
Buradan hareketle, 1960’lı ve 70’li yıllarda Arap dünyasının kalbi konumunda olan Kahire’nin 2000’li yıllarda eski parlak günlerinden bir eser kalmadığı ve ekonomik açıdan giderek yıpranan halkın üzerinde büyük bir yılgınlık, özgüven eksikliği ve hatta geçmişe özlem duygusu bulunduğu söylenebilir. Bu tespit, Mısır’ı ziyaret edip halkla, kanı önderleriyle veya bürokratlarla görüşmeler yaptığım sırada en fazla dikkatimi çeken olgulardan biriydi.
Son yıllarda yaşadığı sağlık sorunlarına rağmen iktidardan vazgeçmeye yönelik en ufak bir sinyal vermeyen 83 yaşındaki Hüsnü Mübarek’in kendinden sonra oğlu Cemal’i Devlet Başkanlığına hazırladığı iddiaları, halktaki yılgınlığın artmasına ve artık dayanılmaz bir noktaya gelmesine yol açmıştı. Nihayetinde, Mısır’da beklenen dönüşüm hareketi Tunus’taki değişimin de cesaret vermesiyle 25 Ocak’ta başladı ve Mübarek yönetimi artık son buldu. Mısır’daki süreç geri döndürülemez bir mecradaydı ve artık ne Mübarek’in kendisi ne Mısır Ordusu ne İsrail ne Suudi Arabistan ne de bir başka güç bu süreci tersine çevirebilir.
Mısır’daki değişimin etkilerinin sadece Mısır’la sınırlı kalacağını beklemek oldukça güçtür. Değişim sürecinin ne yönde şekilleneceğine bağlı olarak, süreçten başta İsrail ve Suudi Arabistan olmak üzere Orta Doğu ülkelerinin tamamı ve hatta uluslararası sistem etkilenecektir. Her şeyden önce, bu değişim artık anti-demokratik rejimlerin halkın taleplerini dikkate almadan ve halka rağmen iktidarda kalmalarını zorlaştıracaktır. Nitekim Ürdün, Yemen ve hatta Suriye, Mısır’daki dalganın kendilerine yayılmasını engellemek için harekete geçmiş ve bazı adımlar atmaya başlamıştır.
Mısır’da istikrarsızlığın devam etmesi ve geçiş sürecinin uzamasından en fazla fayda sağlayacak ülkelerden birisi İran olacaktır. Zira Mısır aynı zamanda Orta Doğu’daki Sünni-Arap Bloğunun askeri kanadı olarak görülmektedir ve geçmişteki Arap-İsrail savaşlarından hareketle, Orta Doğu’da “Mısır’sız savaş olmaz” özdeyişinin doğmasına neden olmuştur. Nükleer faaliyetleri nedeniyle İran’dan tehdit algılamalarının arttığı bir dönemde Saddam’ın devrilerek Irak’ın bölgesel denklemde devre dışı kalması ve bunun üzerine bir de Mısır’daki siyasal yapının toparlanarak eski gücüne ulaşması için belirli bir zaman gerekecek olması, İran’ı rahatlatacaktır.
İsrail ise bu süreçte “bekle ve gör” politikası uygulayarak gelişmeleri sessiz bir şekilde izlemeye başlamıştır. Mısır’da kurulacak olan yeni iktidarın, Kahire’nin 1978-1979 Camp David Anlaşmalarından beri uyguladığı İsrail’le barış içeren politikadan sapma göstermesi, İsrail’in Orta Doğu’daki pozisyonu için yeni bir dönemin başlamasını sağlayacaktır. Suriye ile hâlâ barış anlaşması imzalanmamış olması, Hizbullah’ın Lübnan siyasetindeki ve özellikle Güney Lübnan’daki etkisini sürdürmesi, Gazze’de yıllardır sürdürdüğü abluka ve ambargoya rağmen Hamas’ın gücünü sınırlandırılamaması ve İran’ın nükleer faaliyetleri gibi faktörlere bir de Mısır’dan kaynaklanacak olan tehdit algılamaları eklenince, İsrail bundan sonra Filistin’de ve bölgede atacağı adımlarda çok daha fazla dikkat etmek zorundadır.
ABD, başta İsrail’in güvenliği ve bölgedeki Amerikan yanlısı rejimlerin ayakta kalması için Mısır’daki süreci kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Ancak ne kadar kontrollü olursa olsun, gelişmelerin ABD’nin tamamen lehine işlemeyeceği açıktır. Amerikan yönetiminin deyimiyle “Cin şişeden çıkmıştır ve artık geri konulamaz”.Bununla beraber, gösterilerin artmasından sonra ABD’nin Mübarek karşıtı bir tavır takınması ve sürece kenarından da olsa müdahil olması, geçiş sürecinin yumuşak bir şekilde gerçekleşeceği ve bölgedeki Amerikan ve İsrail çıkarlarına en azından kısa vadede zarar vermeyeceği beklentisini doğurmaktadır.
Suudi Arabistan’ın bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybetmenin şoku içinde olduğu söylenebilir. Suudi yönetiminin en büyük önceliği kendi rejiminin ayakta kalmasını sağlamaktır ve bunun sağlanmasında Mısır’daki Mübarek yönetimi Suudi hanedanlığı için önemli bir emniyet supabıydı.Mübarek yönetiminin değişim sürecini durdurmak ve mümkünse tersine çevirmek için gösterilerin başlamasından itibaren Hüsnü Mübarek’i destekleyen açıklamalar yapan Suudi yönetimi, bunu sağlamak için ABD ile ters düşmüş ve gerekirse ABD’nin Mısır’ı kesmekle tehdit ettiği ekonomik yardımları kendisinin karşılayacağını ilan etmişti. Ancak bunu sağlamakta başarısız olan Suudi yönetimi için zaten mevcut olan İran’a yönelik tehdit algılamasının yanı sıra şimdi bir de “demokratikleşme hareketleri” ciddi bir tehdit algılaması oluşturacaktır.
Genel olarak Filistinliler özelde ise Gazzelilerin, Mısır’daki değişimden olumlu etkileneceği söylenebilir. Zira Gazze’deki Hamas etkisini sınırlandırmak için İsrail’in uyguladığı abluka ve ambargoyu destekleyerek zaman zaman kraldan çok kralcı tavırlar içine giren Mübarek rejiminin ardından, yeni yönetimin bu konuda çok daha hassas davranacağı söylenebilir. Bu noktada Mısır’da iktidar hangi kesimin eline geçerse geçsin ve İsrail’le mevcut olan barış anlaşması ister bozulsun ister bozulmasın, Mısır’ın Gazze’deki insani duruma kayıtsız kalmayacağı ve mevcut durumu iyileştirmeye yönelik politikalar içine gireceği beklenmektedir.
Mısır’daki değişim Türkiye açısından ele alındındaysa, Türkiye bölge genelinde halkın taleplerinin dikkate alınmasını desteklemektedir. Mısır’daki değişimde de bu yönde bir tavır sergileyen Türkiye’nin süreçten olumsuz etkilenme ihtimali oldukça düşüktür. Bunun aksine, hak ve özgürlükler temelinde halkın taleplerinin dikkate alındığı yönetim değişikliklerinin veya yapılacak revizyonların, Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünü ve pozisyonunu güçlendireceği söylenebilir. Zira Türkiye’nin 2000’li yıllarda Orta Doğu’da izlediği aktif politika, etkisini bölge rejimlerinden ziyade bölge halkları üzerinde göstermiştir ve deyim yerindeyse bölge halklarının kalpleri kazanılmıştır. Türkiye, dış politikasının yanı sıra ekonomik ve kültürel açıdan da bölge halkları nezdinde çekim merkezi haline gelmiş ve her yönüyle takdir edilmektedir. Dolayısıyla halkın talepleriyle Mısır’da başlayan ve etkisini sürdüreceğe benzeyen dönüşüm hareketleri sayesinde, Türkiye’nin Orta Doğu’daki hareket kabiliyetinin artacağı söylenebilir.
Sonuç olarak, ilk başlarda istifa etmekte isteksiz davranan 30 yıllık Mübarek rejimi geç de olsa başlayan gösteriler sonucunda son bulmuştur. Mısır’daki yönetim değişikliğinin bölgesel etkileri olacağı gibi, bölge ülkelerinde halkın taleplerinin hiçbir şekilde dikkate alınmamasına veya ülkenin kötü yönetilmesine artık sessiz kalınmayacağı görülmektedir. Mısır’daki değişim süreci henüz taze olduğundan kesin öngörülerde bulunmak zor olmakla birlikte; kesin olarak söylenebilecek şey, “Mısır’da ve Orta Doğu’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.”
Yrd. Doç. Dr. Ferhat Pirinççi
Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü