Cenevre’deki Suriye Konferansı’nda neler olmuştu? BM özel temsilcisi Kofi Annan’ın “Çatışmaları sona erdirmek için geçici bir yönetim oluşturulması” önerisi, diğer adıyla bir “ara dönem önerisi”, konferansa katılan devletler arasında tartışılmıştı.
Hangi devletlerdi bunlar? Sıralayalım: ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Türkiye, Kuveyt ve Katar. Ve ekleyelim: BM Genel Sekreteri Ban ki-Moon ile Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi de masadaydı.
Sonuçta, Annan’ın önerisi, “Esad’ın koltuğunu koruması şartıyla” onaylanmıştı. Ne var ki, “Suriyeli muhalifler” bu öneriyi, yani BM’nin yeni planını, reddetmişlerdi.
***
Esad karşıtlarının kırılan umudunun Kahire’deki “Suriyeli Muhalifler Konferansı”nda onarılması beklenirken… ABD Dişleri Bakanı Hillary Clinton’dan, herkesi şaşırtan bir açıklama geldi.
Clinton’ın bugüne kadar sahip çıktığı Suriye söylemine tümüyle ters düşen açıklamanın can alıcı ifadesi şöyleydi:
“Suriye’de başarılı olacağımızdan şüphe duyuyorum ve bunu söylemekten nefret ediyorum.”
Ne o? ABD, buraya kadar mı diyor, pes mi ediyordu?
***
Clinton’ın yarattığı şaşkınlık geçmeden, hayal kırıklığı yaratan bir başka açıklama daha bültenlere düşmesin mi?
Bu kez de NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “(Suriye’ye) askeri müdahale niyetimiz yok, çünkü siyasi çözümün yeterli olduğunu düşünüyoruz” diyordu.
AA’nın haberine göre Rasmussen, “Suriye’ye askeri unsurlar konuşlandırma konusunda herhangi bir talep almadıklarını ve Suriye muhalefetiyle NATO olarak doğrudan diyalog içinde olmadıklarını” belirtiyordu.
NATO’nun Suriye’ye müdahale diye bir niyetinin olmadığı biliniyordu. Ama tekrarlamanın ne gereği vardı? Yoksa amaç ABD ile NATO’dan bir mesaj vermek miydi? “Suriye’deki durumu daha fazla gerginliğe sürüklemek istemiyoruz” mesajı mıydı bu açıklamalar?
***
Bu gelişmeler bağlamında Türkiye’nin üstleneceği yeni bir rol olabilir miydi?
Gerçi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün Kahire’de “Birlik olun, gücünüzü birleştirin ve kişisel sorunları bir kenara bırakın” diyerek Suriye muhalefetini derleyip toparlamaya çalışıyordu ama bu sözler başka bir anlamda da değerlendirilebilirdi:
“Siz birlik ve beraberliğinizi sağlayamazsanız, biz de Türkiye olarak bir şey yapamayız…”
Çünkü sonuçta Türkiye daha fazla ikilemde kalamazdı.
Öte yanda da Rusya vardı. Ve Rusya’nın Türkiye’den önemli beklentileri vardı.
***
Putin yönetimine göre, geniş bir deneyime sahip Türk diplomasisi, bu şartlarda, önemli bir rol oynayabilirdi.
Ankara için diplomatik olanaklar koridoru, asıl şimdi açılıyordu.
Suriye muhalefeti üzerinde önemli etkisi olan Türkiye, Esad karşıtlarının hiç olmazsa bir bölümünü Annan planından yana tavır almaya yönlendirebilirdi.
Suriye içinde politik diyalogun başlatılması ancak bu şekilde mümkün olabilirdi.
Ruslar, “Ankara bu konuda rol oynarsa, uluslararası otoritesi de artar; Türkiye bu olanağa sahiptir” diye düşünüyorlardı. (Rusya’nın Sesi)
***
Gelişmeler gösteriyor ki uluslararası toplum, Suriye sorununda estirilen rüzgarın yönünü, utana sıkıla da olsa, değiştiriyor.
Ama başka çareleri de kalmadı!