Uluslararası ilişkiler alanında “Balkanlaşma” kavramından “büyük bir devletin, iç savaş sonrası küçük küçük devletlere bölünmesi” anlaşılmaktadır. Esasında Türkçe kökenli olan bu kavram, Balkanlar coğrafyasında yaşanan parçalanma ve bölüme süreçlerinin ardından bu anlamı kazanmış ve İngilizce’de bölünme ile parçalanmayı ifade etmek için “Balkanizasyon” denilmeye başlanmıştır.
“Balkanlaşma” gelişen süreçte olumsuz bir anlam kazanmış olsa da “Balkan” kelimesi özünde olumludur. Balkanlara gelen Türkler aşılması zor, dağlık ve kayalık bir bölgeye karşılaşınca bu durumu ifade etmek için bu coğrafyaya “Balkanlar” adını koymuşlardır. Yani aslında “Balkanlaşmak” kırılgan ve dağılmaya hazır olmak değil, ironik bir şekilde sağlam, dağ gibi, kaya gibi güçlü bir duruş sergilemek anlamına da gelmektedir.
Uluslararası ilişkiler disiplininde “Balkanlaşma” kavramını ilk kez olumlu bir anlamda kullanan İbrahim Canbolat olmuş ve barışın Balkanlaşması gerektiğini savunmuştur. Canbolat’a göre barışın Balkanlaşması şöyle ifade edilebilir: “Balkanlaşma, özellikle 19. yüzyıldan itibaren, siyasi ve fiziki anlamda küçük parçalara ayrılma, dağılma ve istikrarsızlık olarak bilinir. Burada esas üzerinde durmamız gereken, parçalanmışlık, dağınıklıktır. O dönemde olanın aksine, eğer istikrarsızlığın yerine barışın birbiriyle etkileşim içinde küçük parçalar olarak en tenha semte, bölgeye, köye ve kente kadar yayılması gerçekleştirilebilirse, bu barışın Balkanlaşması sayılır. Sadece devletlerin kendi aralarında antlaşmalarla ilan edilen, devletten devlete ittifak yoluyla sözde bir barış değil, ülkenin en ücra köşesine kadar uzanan, mahallelerde köylerde, çarşı ve pazarda etkisi görülen bir barış. Doğrudan doğruya vatandaşın, insanın, çocuğun, annenin ve herkesin varlığını duyumsadığı bir barış.”[1]
Canbolat, böyle bir barışın yine kendi ifadesiyle “Balkanlar gibi”, yani esen hafif bir siyaset rüzgârıyla kolu kanadı kırılmayacak, kaya gibi sert ve dağ gibi olması gerektiğini savunmaktadır: Balkanlaşacak, “Balkanlıyım artık ben” diyecek bir barış gerekmektedir.
Balkanlar gibi güçlü bir barışın sağlanmasında hükümetler önemli rol oynasalar da barışın sürekliliği ancak hükümet dışı aktörlerin de çalışmalarıyla mümkün olabilmektedir. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına, şirketlere, baskı gruplarına ve hatta her bir bireye önemli görevler düşmektedir. Uluslararası sistem, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kabul görmeye başlandığı gibi bireylerin, grupların yani genel olarak sivil toplumun etkilerinden bağımsız değildir.
Tüm coğrafyalarda barışın Balkanlaşmasında hükümet dışı aktörlerin kuracağı bağlar, ekonomik ve kültürel ilişkiler de oldukça önemli roller üstlenebilir. Hatta barışın hükümetlerin siyasal ya da ekonomik çıkarlarına kurban olmaması için toplumlarda bir birliktelik bilincinin oluşması bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin gelişmesinin savaş ihtimalini azalttığı ve barışı Balkanlaştırdığı tarihin çokça kez gösterdiği bir gerçektir. Bu nedenle şirketlerin ulusal sınırları aşarak, bölgesel ve hatta küresel ölçekte ilişkiler geliştirmesi, dünyada üretilen ürünlerin farklı toplumların işbirliğiyle var edilmesi barışın Balkanlaşmasında önemli bir unsurdur.
Öte yandan kültür anlamında sanat, özellikle de müzik ve edebiyat barışın egemen olmasına, farklı görünen toplumların aslında daha fazla benzerlikleri olduğunu keşfetmelerine önemli birer aracı olabilir. Öte yandan sanat benzerlikler dışında farklılıkların da var olduğunu ve farklı olmanın aslında korkulacak bir şey olmadığının anlaşılmasında da bir aracı olabilir. Bu çerçevede müzik gibi evrensel değerler, her milleti etkileyen şiirler ya da romanlar birliktelik kültürü doğuracağı gibi, savaşların önünde de önemli engellerden birisi olacaktır.
Uluslararası sistem içerisinde insanların özellikle de sanatla ya da bilimle uğraşan bireylerin barışa dair yaptıkları çalışmaların meyvelerini bugün görmek mümkün olmakta. Örneğin 1999 yılında Alman şair Johann Wolfang von Goethe’nin 250. doğum gününde, ünlü şairin Doğu ve Batı kültürlerinin bir sentezini oluşturduğu Doğu Batı Divanı adlı eserine göndermede bulunarak kurulan “Doğu Batı Divanı Orkestrası” bu noktada önemli roller üstlenmiştir. Ortadoğu ve Avrupa’nın 17 farklı ülkesinden 14-25 yaş arasındaki genç müzisyenlerin yer aldığı orkestra toplumlara aslında bir arada olabilecekleri mesajını en güzel şekilde sunmuş ve önemli bir mesaj vermiştir.[2]
Bu tür girişimlerin artarak devam etmesi, toplumların sivil toplum örgütleri aracılığıyla birbirleriyle kaynaşmaları ve ortak projelerde yer almaları onların ortak geleceklerini de sağlayacaktır. Yine sanat gibi evrensel bir niteliği olan bilimde de ortak projeler büyük önem taşımaktadır. Üniversiteler arasındaki değişim programları, öğrencilerin farklı kültürleri tanımalarını ve “farklı” insanlarla dostluk kurmalarını sağlayarak gelecekte barışın Balkanlaşması için önemli bir köprü olacaktır.