Din ile devlet arasındaki ilişki geçen zamanla değişim göstermekle birlikte tam anlamıyla kopmuyor. Özellikle Orta Doğu’da dinin devlet üzerinde, devletin de din üzerinde etkileri olduğunu ve hatta Arap Baharı’yla birlikte bu etkileşimin arttığını söyleyebiliriz.
Orta Doğu’da dinin yeniden siyasetle ilişki içerisine girmesinde, “Siyasal İslam”ın üstlendiği rol önemlidir. Siyasal İslam farklı şekillerde tanımlanabiliyor olsa da Orta Doğu söz konusu olunca bu kavramı “bir toplumun veya bir ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik hayatını şekillendirmek için İslami referanslara başvurması” olarak tanımlayabiliriz. Yakış’a göre, söz konusu tanımın kapsamına ilişkin ilk husus, siyasal İslam’ın, bir hedefi gerçekleştirmek uğruna şiddete başvurmayı içermiyor olmasıdır. İkinci husus ise, siyasi bir parti gibi örgütlenmemiş toplumsal hareket veya birliklerin programlarını kapsayıp kapsamadığına ilişkindir. Tahrir Meydanı’nda protesto gösterisi düzenleyen ya da düzenlenen protesto gösterisine katılan Tahrir Meydanı Gençlik Hareketi gibi örgütlenmeler bu kapsama girmemektedir.[1]
Yani, “Siyasal İslam”ı kısaca İslam’ın kurallarına ilişkin çeşitli derecelere dayanan ve usule uygun şekilde kurulmuş bir siyasi parti veya bir birlik yahut bir hareket tarafından tasarlanmış siyasi bir program olarak tanımlayabiliriz.
Orta Doğu’da İslamcı hareketlerin kazandığı ivmenin bir sonucu olarak, yeni bir safhaya giren din ve devlet arasındaki etkileşim Siyasal İslam kavramını gündeme yeniden taşımıştır. Bu süreçte Siyasal İslam, rejimlerin meşruiyet temellerini zorlayan ve siyasal iktidara karşı etkin bir muhalefet ve muhtemel bir alternatif olarak, Ortadoğu ülkelerinde yaşayan insanların siyasal iktidara katılım taleplerinin şiddetle reddedilmesi ve bastırılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Dağı’ya göre Müslüman Kardeşler, Hizbullah örneklerinde de olduğu gibi Siyasal İslam özünü Kur’an-ı Kerim’den almakla birlikte varlıkları, toplumsal destekleri ve tezlerinin niteliği ile çok önemli düzeyde, 19. yüzyıldan itibaren iyice somutlaşan, Batı medeniyetinin hegemonyasına geliştirilen tepkilerden ve diriliş arayışlarından almıştır.[2]
Siyasal İslam, geleneksel ulemadan da reformist modernizmden de farklı bir anlayıştadır. Daha farklı bir söylemi olan siyasal İslam, özellikle eylemci ve hatta çok çeşitli formlar altında devrimci bir karaktere sahip bulunmaktadır. Ancak Günay’a göre, 1980’li yılları takiben, en azından bir bölümü itibariyle siyasal İslamcılık devrimci ve dolayısıyla da yukarıdan aşağıya doğru toplumu değiştirici yönelim yerine, onu aşağıdan yukarıya doğru yeniden geliştirmeyi amaçlayan reformcu bir stratejiye kayış göstermiş olması nedeniyle bir kısım araştırmacılar onun almış olduğu bu son formu “neo-fundamentalizm” şeklinde adlandırmaya başlamışlardır.[3]
ORTA DOĞU’DA İSLAM ve SİYSET :
Üç semavi dinin doğduğu Orta Doğu’da İslam ve siyaseti birbirinden ayrı düşünmek çok da mümkün görünmemektedir. Orta Doğu ülkelerinde İsrail istisna olmak üzere Müslümanların genel nüfusa oranı %90’ların üzerindedir. Bölgede mezhepsel olaraksa Sünniler ağırlıkta görünseler de Şiiler, Dürziler de etkileri kısıtlı olmakla birlikte varlık göstermektedir.
Orta Doğu’da kendisini seküler olarak tanımlayan birçok rejim olsa bu ülkelerde dahi siyasal yaşamda dinin ve özel olarak da İslam’ın ağırlığı hissedilmektedir.
Orta Doğu’da dinin siyaset üzerindeki etkisi farklı dönemlerde azalıp artsa da özellikle 2000’li yıllardan günümüze uzanan süreçte İslam’ın siyaset üzerindeki etkisini yeniden arttırmaya başladığını söyleyebilir. Bunda 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yapılan saldırının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin bölge ülkelerindeki rejimleri demokratikleştirme çabaları etkili olmuştur. Bu süreçte İslam, İslami gündemi olan siyasi parti ve oluşumlar vasistasıyla siyasetle daha içli dışlı bir hal almıştır. Siyasal İslam, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri eliyle Orta Doğu’da önemli başarılar elde etmeye başlamış, demokratikleşme sürecinde kendisine iktidar olanağı bulmuştur.
Örneğin Filistin’de “İsrail’i haritadan silmek” gibi radikal söylemleri ve İslami gündemi olan Hamas’ın 2006 yılında yapılan seçimlerde iktidara gelmesi çoğu Batılı medya kuruluşunda Amerika Birleşik Devletleri’nin demokrasiyi yayma çabalarının bir sonucu olarak değerlendirdi. Öyle ki The Times gazetesi “Hamas ABD’ye Niçin Teşekkür Etmeli?” başlığıyla yayınladığı analizde Amerika Birleşik Devletleri’nin 11 Eylül 2001’den sonra sağladığı itici güçle otoriter Arap liderlerinin zayıfladığını ve yoksulluktan bıkan halkın da çözüm olarak adalet söylemiyle öne çıkan İslami partileri gördüğünü vurguladı. Gazetedeki analizde, “Bunu Irak, Mısır, Lübnan ve şimdi de Filistin’de gördük. Amerika Birleşik Devletleri, Suriye’deki rejimi devirirse Esad’ın yerine de İslamcılar geçecek. Siyasal İslam güçleniyor” yorumu da yapıldı.[4]
The Times’ın yaptığı analiz yanlış sayılmaz çünkü bölge ülkelerinde yaşanan sürecin bunu doğruladığı görülmektedir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nin operasyonu sonrasında Irak’ta yapılan ilk demokratik seçimlerde kazanan Şeriat yanlısı Şiiler olup, meclise 128 milletvekili ile temsil hakkı kazandılar. Şiilerin en yakın takipçisi laik Kürtler ise sadece 53 sandalye alarak seçimlerden ikinci parti olarak çıktı.
Aynı dönemde Mısır’da da Siyasal İslamcıların etkisinin arttığı görüldü. Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısıyla demokratikleşeme adımlarının hız kazandığı ülkede 2005 yılının sonlarında yapılan seçimlere girme şansı yakalayan Müslüman Kardeşler 88 sandalyeyle parlamentoda temsil hakkı kazandı.
Lübnan’daki süreç de farklı ilerlemedi. Yine Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısıyla Suriye yanlısı hükümet devrilip, Haziran 2005’te yapılan seçimlerde, yerine İran’ın desteklediği Hizbullah getirildi. Seçimden birinci parti çıkıp, oyların yüzde 50’sini alan Hizbullah, 54 sandalyeyle meclise girmeyi başardı.
Orta Doğu’da yaşanan bu süreci “Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın ‘Kurumsallaşması’” olarak değerlendirenler de var. Manisalı’ya göre Libya, Tunus, Mısır ve en nihayetinde Suriye’de siyasal İslam tabana yayılarak kurumsallaşıyor, iktidara yürüyor.[5]
Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın Kurumsallaşması tezinden yola çıkan Çetinkaya da bu görüşü benimsiyor ve bu süreçte amaçlananın demokrasi ve özgürlükler değil, “siyasal İslam”ın Amerika Birleşik Devletleri’nin isteği doğrultusunda yolunun açılması olduğunu savunuyor.[6]
Sebepleri tartışmalı da olsa herkesin kabul ettiği olgu Arap Baharı’yla birlikte Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın ağırlığını arttırdığı. Bu süreçte siyaset arenasında Siyasal İslam’ın parlayan yıldızı ise Müslüman Kardeşler’dir.
Son 50 yılda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da İslam ve siyaset denildiği zaman en önde gelen örgütlenme “Müslüman Kardeşler” olmuştur. Bölgede en kapsamlı teşkilatlanmaya ve etkiye sahip olan örgüt, son yıllarda etkinliğini çok daha fazla arttırmıştır.
[1] Yaşar Yakış, Ortadoğu’da Değişimde Siyasal İslam’ın Rolü ve Geleceğe Yönelik Beklentiler, Orta Doğu Analiz, Mart 2012 – Cilt: 4 – Sayı: 39 Sayfa 64
[2] İhsan Dağı, Orta Doğu’da İslam ve Siyaset, İstanbul: Boyut Yayınları, 1998
[3] Mehmet A. Kirman, Sekülerleşme Perspektifinden Dini ve Seküler Fundamentalizmler, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 1/2 Kış 2008
[5] Erol Manisalı, Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın Kurumsallaşması, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 2012
[6] Hikmet Çetinkaya, Orta Doğu’da Siyasal İslam, Cumhuriyet Gazetesi, 11 Nisan 2012