1. Modernizm:
Post-modernizmin eleştiri oklarını yönelttiği modern düşünce ve felsefeyi anlamadan post-modernizm ve post-yapısalcılık üzerinde durmak yanlış olacaktır. Bu nedenle post-modernizmi ve post-yapısalcılığı anlamak için modernizmin temel karakteristiklerini ortaya koymak gerekmektedir.
Modernizm, aydınlanmayla birlikte ortaya çıkan, hümanizm ve demokrasi temeli üzerine yükselen bir düşünce sistemidir. «Modern» kavramının kökeni oldukça eskiye dayanmaktadır: «Modern» köken itibariyle Latince bir kelime olan «modo» (son zamanlar, tam şimdi)’den türetilen modernus teriminden gelen bir sözcüktür. İlk defa Milattan Sonra 5. yüzyılda ‘antiqiqus’un karşıt anlamına gelecek şekilde Hristiyanlığı, pagan kültüründen ayırmak için kullanılmıştır. Bu kavrama göre eski dünya; karanlık, putperest, pagan dünyayı nitelenir. Yeni dünya ise Hristiyan modern dünyadır. Kökeni itibariyle, yen olanı eski olanın aleyhine olacak şekilde olumlayan bu kavram, daha sonra, ironik bir şekilde Hristiyan Ortaçağı’nda yine aynı kökten gelen «modernitas» terimiyle değer bakımından oldukça farklı bir anlam kazanmış, zaman ve gelenek tarafından kutsanmamış yeni olan her şeyi kötülemek için kullanılmaya başlamıştır.[1]
“Klasik Çağ”dan “Moderniz”me geçiş önemli bir belirleyenin yön değiştirmesiyle mümkün olabilmiştir. Klasik çağda dinin ve kilisenin egemenliği altında olan Batı düşünce dünyası ‘modernizm’ ile din etkisinden kurtularak buluşabilmiştir. Bu, Modernizme geçişin en önemli belirleyicisi olarak görülmektedir çünkü modernzimle birlikte akıl ve aklın egemenliğinde ortaya çıkan felsefi ve bilimsel söylemler her türlü yaklaşımı yeniden şekillendirilmiştir. Bu süreçte dinin kutsal, soyut ve Tanrı temelli açıklamalarının yerini bilimsel, somut ve akıl odaklı değerlendirmeler almıştır. Pozitivizim, rasyonalizm, emprizm, varoluşçuluk gibi felsefi akımlar toplumsal hayatı ve bilimsel yaklaşımı belirleyen önemli felsefi söylemler oldu.[2]
Foucoult’nun görüşleri çerçevesinde yapılan çalışmalara göre Modernizmi 18. Yüzyılda Aydınlanma ile başlayarak 20. yüzyılın ilk yarısına kadar olan süre içerisinde değerlendirmek mümkün olabilmektedir. Söz konusu dönemin temel kavramları rasyonellik, aklın egemenliği, mantık, bilimsel ve evrensel doğrular, sistematik düşünme ve pozitivizm olmuştur. Modernizmde aydınlanmanın ilkelerini temel alınmıştır. Bu çerçevede akıl ve bilim ilerlemenin aracı olarak görülür; nesnel ve evrensel bilgiye akıl ve deney yoluyla ulaşılabileceği temel savına dayanılır. Modernizmin siyasal ve kültürel özellikleri ise ilerlemeci tarih anlayışı, dindışı siyasal ve toplumsal hayattır.[3]
Modernizmin temel karakteristikleri konusunda bir mutabakat olduğunu söylemek zorsa da bir çerçeve çizmek mümkün olabilmektedir. Farklı düşünürler bu karakteristikleri farklı olarak tanımlamakta ve ele almaktadır. Örneğin Modernizmin temel karakteristikleri literatürde farklılık göstermektedir. Örneğin, Pippin’e göre bu karakteristikler şöyle sıralanmaktadır:[4]
- Üzerinde tefekkür edilecek olan bir tabiat anlayışından ziyade yönetilecek bir tabiat düşüncesi,
- Tabiata materyalistik ve matematikleştirilebilir bir yaklaşım,
- Açıklamada nihai neden fikrinin reddi,
- Bilgi ile ulaşılabilecek sonlara yönelik realistik bir yaklaşım,
- Temelinde bilimsel bilginin bulunduğu ilerlemeye yönelik genel inanç.
Pippin’den farklı olarak Lawrence j. Hatab ise, modernizmin eleştiri, rasyonalite, sübjektivizm ve optimizim olarak dört temel karakteristiği bulunduğunun altını çizer.[5]
2. Post-Modernizm:
Post-modernizm tanımlaması yaparken karışıklığa yol açan “post” önekinden ne anlaşıldığıdır. “Post-modernizm”in “post” öneki “modernizmin sonucu”, “modernizmin devamı”, “modernizmin gelişmiş hali”, “modernizmin inkarı” ya da “modernizmin reddi” olarak değerlendirilebilmektedir. Terim bugüne kadar bunların hepsinin ya da bir kısmının karışımı olarak çeşitli şekillerde kullanılagelmiştir.[6]
«Post-modernizm» kavramını sadece kendi içinde bir bütünlüğü olan, bağımsız, kendi oluşum dinamikleri içinde ortaya çıkmış bir kavram olarak algılamak doğru olmayacaktır. Çünkü post-modernizm kökenini modernizmden almaktadır. Post-modernist düşünürler her ne kadar post-modernizmi tanımlarken onu, modernizmin devamı, modernizmin reddi ya da modernizmin sonu gibi birbirinden tamamen farklı temellere dayandırarak açıklıyorlarsa da değişmeyen gerçek, post-modernizmin, modernizm ile mutlaka ve bir şekilde ilintili olduğudur.[7]
Ancak genel anlamda bakıldığı taktirde, post-modernizm, modernizmin devamı olarak kabul edilebilir. Post-modernizmdeki ‘post’ öneki Latincede “sonra” anlamına gelir ve Modernizm sonrasını ifade ederken bir yandan da yeni bir dönemi, yeni bir değişim sürecinin başlangıcını belirtir. Bu çerçevede post-modernizm genel olarak modern olarak adlandırılan dönemden sonra gelen yeni bir dönemi işaret etmektedir.
Post-modernizm kavramını ilk kullanan kişinin İngiliz ressam John Watkins Chapman olduğu belirtilmekteyse de Chapman’ın kavrama nasıl bir anlam yüklediği tam olarak ortaya konulmamıştır. Kavramı bugünkü anlamına yakın bir şekilde kullanan isimse İspanyol kökenli Amerikalı Frederico de Onis olmuştur. Onis, kavramı 1930’lu yıllarda modernizme karşı küçük bir çaptaki tepkiye işaret etmek için kullanılmıştır. Yine 1970’li ve 80’li yıllarda ise Post-modernizm felsefe içerisinde de kendisine yer bulmuştur. Lyotrad, Vattimo, Derrida, Habermas ve Foucault gibi birçok düşünce adamının çalışmalarıyla post-modernizm çok daha geniş bir etki kazanabilmiştir.
Tarihsel bir çerçeveden değerlendirildiğine, post-modernizmin doğuşunda modernizmin mükemmeliğe ulaşma söyleminin aksine başarısızlığa yönelmesiyle ilgili tecrübelerin önemli bir yerinin olduğu görülebilir. Siyasi tarihe bakacak olursak 20. yüzyıl iki büyük dünya savaşına, sosyalizm ve faşizm gibi baskıcı rejimlere, sömürgecilik girişimlerine, yaşam biçiminde gözle görülür bir standardizasyona ve artık insanlığın geleceğini tehdit edecek boyutlara gelen küresel ısınma ve benzeri ekolojik sorunlara sahne olmuştur.
Post-modernistler belki de biraz acımasızca da olsa modernizmin geldiği noktayı eleştirmeye başlamışlar ve vaat edilen ilerlemeci tarihin gerçek olmadığını, aslında hakikatlerin de modernizmin iddia ettiği gibi tek olmadığını savunmaya başlamışlardır.
Bu çerçevede modernizmi ortaya çıkaran koşullar; sanayi devrimiyle birlikte toplumsal ve siyasal yapıda meydana gelen değişimler ile demokrasi, hümanizm gibi ideolojilerin dünyaya egemen olması iken; Post-modernizmi ortaya çıkaran koşullar ikinci dünya savaşı, sağ sol rekabeti, gelişen dünya ekonomisi, liberal demokrasi, kapitalizm ve teknolojik gelişmeler olarak sıralanabilir. Yirminci yüzyıldaki bu değişimler yeni bir dünya düzenin beraberinde getirmiştir. Bu yeni dünya düzeninin düşünce alandaki yansımasının Post-modern dünya görüşüne kaynaklık ettiği görülmektedir.[8]
Modern akıl evrenselliği, birlik ve bütünlüğü, aynı kuralların her yerde geçerli olduğu görüşünü gerektirmektedir. Post-modernizm ise aksine her durumun farklı olduğunu ve özel bir biçimde anlaşılması gerektiğini ileri sürerek bu görüşe karşı çıkar. Gerçeğin tek olmamasının bir diğer nedeni de değişken olmasıdır. Gerçeğin değişkenliği ise dayatmalara bağlıdır. Dolayısıyla, ileride Foucaul’tun bilgi-iktidar ilişkilerinde inceleyeceğimiz gibi, post-modernizme göre gerçekler yapay ve kurmacadır. Bunlar mevcut ve egemen kültürler tarafından insanlara dayatılır ve böylece teknoloji, bilim ve kültür ortamında birey yok olur.[9]
Not: Post-Modernizm konsundaki bu yazı bir “Giriş” niteliğindedir. Bütün bir çalışmanın sadece bir parçası olan bu bölümün dışındaki bölümlere ulaşmak için “post-modenizm” etiketine tıklayabilirsiniz.
[1] Küçükalp, Kasım, Nietzsche ve Postmodernizm, İstanbul: Kibele Yayınları, 2010, Syf. 82’den; Kumar, Krishan, Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma Çağdan Dünyanın Yeni Kuramları, Ankara: Dost Yayınları, 1999, Syf. 88
[2] Çolak, Betül, Postmodernizm Bağlamında Michel Foucault’nun Ahlak Anlayışı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, Ankara, 2008, Syf. 3
[3] Çolak, A.g.e. Syf. 3-4
[4] Küçükalp, Kasım, Nietzsche ve Postmodernizm, İstanbul: Kibele Yayınları, 2010, Syf. 88’den; Pipin, Robert B., Modernism as a Philosophical Problem, Blackwell Publishers Inc, Cambridge, 1995, Syf. 10-11.
[5] Küçükalp, A.g.e., Syf. 88-89.
[6] Appiganesi, Richard ve Chris Garratt, Postmodernizm: Yeni Başlayanlar İçin, İstanbul: Milliyet Yay, 1998, Syf. 4
[9] Çolak, A.g.e. Syf. 11
Nusret Alperen (Dr.)
26/03/2018 at 00:05
Sayın Okay Yüksel,
Sayfalarınızdan, kaynak göstermek kaydıyla yazmakta oluğum PEDAGOJİ FELSEFESİ kitabıma alıntı yapabilir miyim?
Okan Yüksel
12/04/2018 at 23:27
Elbette. Memnun olurum.
MUHAMMED BAHADIR ÖZDEMİR
28/05/2018 at 13:13
kaynakçada göstermek için yeterli bilgi yok alıntı yapamıyorum o yuzden
A Safak
08/01/2019 at 09:22
1) ” aslında hakikatlerin de modernizmin iddia ettiği gibi tek olmadığını savunmaya başlamışlardır.” Hakikat tektir. Tanımı gereği böyledir, post-modern düşünce hakikat iddiasını yadsımaz. (tüm post modern filozoflar için bu geçerli değil, istisna için bkz. Derrida) Fakat herhangi bir düşüncenin hakikatin tek olmadığı iddiası metodolojik olarak hatalıdır.
2) “Demokrasi” bir ideoloji değildir. Belki Althusser’in ideoloji tanımından bunu çıkarsayabilirsiniz fakat bu da bir çok Althusser yorumcusu için zorlama olacaktır. Kaldı ki, demokrasi Antikiteden beri vardır. İdeoloji terimi daha icat edilmezden önce vardır.
3) “Sağ sol rekabeti” tabiri, siyaset bilimi açısından hiçbir anlam taşımaz. Sağ düşünce muhafazakarlık ile ilintiliyken; sol düşünce yeni olana alan açar. Fransız Devriminden sonra devrimci ve karşı devrimcilerin fikirsel ayrılıklarından doğacak bu iki grup (sağ, sol) tanımları gereği uyuşmazdır.
4) “Modern akıl evrenselliği, birlik ve bütünlüğü, aynı kuralların her yerde geçerli olduğu görüşünü gerektirmektedir.” Modern akıl bunların hiçbirini “gerektirmez.” Aksine modern aklın kendisi evrenseldir, bütünseldir ve tekrarlanmaları takip ederek her yerde geçerli normlar bulur, yaratır.