Mülteciliğin Ulusal ve Uluslararsı Hukuktaki Yeri
Connect with us

Hukuk

Mülteciliğin Ulusal ve Uluslararsı Hukuktaki Yeri

Yayınlandı

on

Mülteciliğin Uluslararası Hukuktaki Yeri:

Mültecilerin koruma altına alınması düzenlemeleri özellikle Milletler Cemiyeti döneminde gerçekleştirilmiş, bunu Birleşmiş Milletler örgütü çerçevesindeki koruma önlemleri izlemiştir.[1] Bu çerçevede günümüzde evrensel nitelikteki tek antlaşma Birleşmiş Milletler bünyesinde imzalanan 28.07.1951 tarihli Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşme ile 16.12.1996 tarihli Ek Protokol’dür.”[2]

Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1950 tarih ve 429 (V) sayılı kararıyla toplanan Konferansta kabul edilmiş, 28 Temmuz 1951 tarihinde Cenevre’de imzalanmış ve 43. maddeye uygun olarak 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin 1. Maddesi’nde Sözleşmenin “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” her bir kişiye uygulanacağı kaydedilmektedir.

Sözleşmenin 1. Maddesi’nin F Bendinde ise şu kişilerin mülteci sayılamayacağı belirtilmektedir:

a)      Barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlediğine;

b)      Mülteci sıfatıyla kabul edildiği ülkeye sığınmadan önce, sığındığı ülkenin dışında ağır bir siyasi olmayan suç işlediğine;

c)      Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden suçlu olduğuna; dair hakkında ciddi kanaat mevcut olan bir kişi hakkında uygulanmayacaktır.

Sözleşme, sahip oldukları temel hakları içermek üzere, mültecilere uygulanacak usullerin asgari standartlarını ortaya koyar. Aynı zamanda, mültecilerin hukuki statülerini belirler ve kazanç getiren iş ve refah hakları, kimlik kartı ve seyahat belgeleri konusunda, vergi yükünün uygulanabilirliği ve yeniden yerleşme amacıyla kabul edildikleri başka bir ülkeye varlıklarını aktarabilme hakları meselesinde düzenlemeler yapar.

Sözleşme, mülteci statüsünde olan kişilerin sınır dışı edilmelerini ya da zorla geri gönderilmelerini yasaklar. 33. maddesinde,  anlaşmaya taraf olan hiçbir devlet bir  mülteciyi,  ırkı,  dini,  tâbiiyeti,  belli  bir sosyal  gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermemeyi veya iade etmemeyi garanti eder. Madde 34, mültecileri  özümlemeyi  ve  vatandaşlığa almayı her türlü imkan ölçüsünde kolaylaştırmayı içerir. Diğer hükümler, mahkeme, eğitim, sosyal güvenlik, barındırma ve hareket özgürlüğü gibi haklarla ilgilidir.[3]

Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşme, 1951 yılına kadar uzanan olayları kapsamakta ve sonrasına ilişkin bir yaptırımda bulunmamaktadır. Sözleşme hazırlanırken mülteciliğin sadece II. Dünya Savaşı’na özgü bir durum olduğu yanılgısına düşülmüş, ancak bunun böyle olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Bu çerçeved Mültecilerin Statüsüne  İlişkin 1967 Protokolü imzalanmıştır.

1967 Protokolü, Sözleşmesinin uygulamasını yeni mülteciler, diğer bir ifadeyle, 1 Ocak 1951’den sonra gerçekleşen olaylardan ötürü mülteci olan insanları kapsayacak şekilde, Sözleşme tanımına uygun olarak uzatmıştır. 1 Nisan 1992’den itibaren 111 Devlet 1951 Sözleşmesi’ne ve 1967 Protokolü’ne taraf olmuştur.[4]

Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşme ve 16.12.1996 tarihli Ek Protokol’le birlikte bölgesel ve devletlerarasında imzalanan özel anlaşma ve protokoller de bulunmaktadır. Ancak genel olarak gerek devletin, gerekse bireyin sığınma hakkına ilişkin durumu incelendiğinde uygulanan uluslararası hukuktaki ana ilkeye göre bir devletin yabancıların ülkesine girmesi ve ülkede kalmasın konusunda tek yetkili olduğu görülmektedir. Bu ana ilkeye uygun olarak bir devletin yabancılara ülkesinde sığınma hakkı tanıyıp tanımaması o devletin uluslararası yükümlülükleri ve ulusal mevzuatı çerçevesinde değerlendirilecek bir konudur. Eğer bir devlet bir andlaşma ile bu konuda belirli bir yükümlülük altına girmişse, ilgili andlaşmanın koşullarını yerine getiren yabancılar bakımından sığınma hakkı tanımak zorundadır. Buna karşılık, böyle bir andlaşma yükümlülüğü yoksa, uygulanan uluslararası hukuka göre devletlere bu yönde yükümlülük getiren genel bir uluslararası yapılageliş kuralı ya da hukuk genel ilkesi bulunmamaktadır.[5]

Mülteciliğin Türk Hukuku’ndaki Yeri:

Mülteciliğin Türk hukuk sistemi içerisindeki tanımı Birleşmiş Milletler’in Sığınmacıların Statüsüne İlişkin Sözleşmesinden farklılıklar içermektedir. Türkoğlu’nun da belirttiği gibi 1967 protokolünden farklı olarak Türk hukuk sisteminde bir de sığınmacı kavramı vardır. Türkiye 1967 protokolünü çekinceli olarak kabul etmiştir. Sözleşmenin birinci maddesine çekince koyarak coğrafi sınırlamada bulunmuştur. Mevzuata göre mülteci;  “Avrupa’da meydana gelen olaylar sebebiyle ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancı”dır.

Türk hukuk sistemi içerisinde sığınmacı ise; “ırkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancı” dır.

Türkiye’ye iltica edenler mülteci statüsüne sahip olabilmek için giriş yaptıkları il valiliğine müracaat ederler ve bu müracaatlar içişleri bakanlığı tarafından karar bağlanır. Yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı üzere mülteciler Avrupa’dan gelen mülteci kriteri taşıyan insanlar, sığınmacı ise Asya ve Afrika’dan gelen mülteci kriteri taşıyan insanlardır.[6]

 

 


[1] PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Ankara: Turhan Kitapevi, 2007, 5. Baskı, Sayfa 210’dan ODMAN, T., Ankara: Mülteci Hukuku, 1995 Sayfa 17-48

[2] PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Ankara: Turhan Kitapevi, 2007, 5. Baskı, Sayfa 210-211

[3] Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İnsan Hakları Bilgi Kitapçığı No. 20, www.ihop.org.tr/dosya/BB/BM_Bilgi_Kitapcigi_20-Multeciler.doc (13.04.2013)

[4][4] Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İnsan Hakları Bilgi Kitapçığı No. 20, www.ihop.org.tr/dosya/BB/BM_Bilgi_Kitapcigi_20-Multeciler.doc (13.04.2013)

[5] PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Ankara: Turhan Kitapevi, 2007, 5. Baskı, Sayfa 211

[6] Türkoğlu, Oğuzhan, Mülteciler ve Ulusal/Uluslararsı Güvenlik, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XXX, Sayı 2, 2011

1988'de Adana'da doğdu. Uludağ Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler, Anadolu Üniversitesi'nde Medya ve İletişim öğrenimi gördü. 2011'de Olay TV'de dış haber editörü olarak gazeteciliğe başladı. 2014'te Al Jazeera Turk'e katıldı. Blog, makale ve haber dallarında 6 ödülü bulunuyor. Politik Akademi'nin genel koordinatörlüğünü üstleniyor.

Devamını Oku
Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.