İLO’nun Yapısı
İLO (Uluslararası Çalışma Örgütü) 1919 yılında Versailles Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra kurulmuştur. Birleşmiş milletlerin bir uzmanlık kuruluşu olan İLO kendisine ait bir anayasaya sahiptir.
İLO “Sosyal Adalet” temelinde kurulmuş, üye ülkelere temel çalışma hakları, örgütlenme, toplu pazarlık gibi çalışma hayatına ilişkin çalışma standartlarını uluslararası düzeyde belirleyen bir kuruluştur.
Örgütün genel direktörlüğünü 2012 yılında göreve atanan Guy Ryder yapmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü sözcülüğü görevini Hans von Rohlan tarafından yürütülmektedir.
Birleşmiş Milletler içinde İLO, işçi-işveren ve hükümet temsilcileriyle birlikte üçlü bir yapıya sahiptir. ILO’nun üç temel organı bulunmaktadır.
- Uluslararası Çalışma Konferansı
- Yönetim Kurulu
- Uluslar arası Çalışma Bürosu
Uluslararası Çalışma Konferansı; her üye ülkeden iki hükümet temsilcisi, bir işçi ve bir işveren temsilcisinin katıldığı delegelerden oluşmaktadır. Her yıl Haziran ayında Cenevre’de toplanmaktadır. Üç hafta süren toplantılarda üye ülkelerden gelen talepler doğrultusunda çalışma hayatındaki sorunlar ele alınmaktadır.
Yönetim Kurulu; Uluslar arası Çalışma Konferansı tarafından üç yıllık bir süre için seçilen 28 işçi,28 işveren ve 56 hükümet temsilcisinden oluşan bir organdır.
Uluslar arası Çalışma Bürosu ise örgütün daima sekretaryasını tutmaktadır. Dünyada yaklaşık 40 bölge bürosu bulunmaktadır. İLO’nun ülkemizde Ankara’da bir bürosu bulunmaktadır.
Kısa kısa ILO yolculuğumuz…
Ülkemizin ILO serüvenine baktığımızda inişli çıkışlı bir yolculuğunun olduğu görülecektir. Ülkemiz 1932 yılında Milletler Cemiyetine üye olmasıyla birlikte kendiliğinden ILO üyeliği başlamıştır.
Ülkemizin 1932 yılına kadar beklemesinin en önemli nedenleri o dönemde yaşanan siyasi kargaşanın yanında ekonomiktir.1932 yılına kadar tarımsal bir ülke olan Türkiye 1930 yıllar sonrası devlet eliyle sanayileşmeye başlamış ve örgüte üyeliği mutlak hale gelmiştir.
Ülkemiz örgüte üyeliğinin ilk yıllarında sendikacılık faaliyetlerinin gelişmemesi sebebiyle eksik heyetle katılım sağlanmıştır. Ülkemizdeki sanayileşme hamlelerinin artmasından sonra gelişen emek piyasası örgütlü hale gelemeye başlamıştır.
Emek piyasasının örgütlenmesi ve ülkemizdeki sendikacılık faaliyetlerinin işlerlik kazanmasının ardından ülkemiz hem işçi hem işveren temsilcileriyle birlikte konferansa katılım göstermektedirler.
1936 yılına kadar ülkemizde iç hukukumuzda işçileri koruyan herhangi bir sosyal politikanın üretilmemiş olması uluslararası sosyal politika normlarının ülkemizde uygulanmasının önünü engellemiştir.
1945 yılında Çalışma Bakanlığının kurulması ve işgücü piyasalarına yönelik mevzuatın oluşturulmaya başlanması uluslararası kuruluşlar ile dinamik bir işbirliğinin kazanılmasını sağlamıştır.
Aynı zamanda ülkemizin dalgalanan siyasi konjonktürü ise ILO ile olan ilişkilerimizde inişli çıkışlı bir seyir izlemektedir.
1960 ve 1980 döneminde yaşanan darbeler sonucunda değişen Anayasa ve yasalar ülkede emek örgütlenmesinin önünde engeller oluşturmuş ve buda katılım sağlanan konferansta baş göstermiştir
Ülkemiz kendi iç hukukumuzun İLO normlarının çok altında kalması sebebiyle birçok kez konferans tarafından uyarılmış ve kara listeye alınmıştır.
Bunun son örneği ise 5-20 Haziran 2013 tarihlerindeki toplantıda “işçi haklarına saygı duymayan ülkeler” listesine alınmıştır. İLO kara listeden çıkabilmemiz için çalışma hayatına ilişkin yasalarda normalleşme uyarısında bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilk yıllarından bu yana gözlemcilikten üyeliğe doğru İLO içinde kendini gösteren ülkemiz 2014 Haziranda ki son toplantısında Yönetim Kurulu asil üyeliğine seçilmiştir.
Örgütün Çalışma Faaliyetleri
İLO uluslar arası çalışma standartlarını her yıl Haziran ayında toplanmak suretiyle Uluslararası Çalışma Konferansında belirlemektedir. Konferansa katılan üye ülkelerinin delegelerinin oylarıyla alınan kararlar yine aynı ülkelere “Sözleşme” ve “Tavsiye Kararı” olarak önlerine sunulmaktadır. Sözleşmenin belirli bir bağlayıcılığı ve yaptırımı olmasına karşın tavsiye kararları ise yol gösterici niteliğindedir.
Uluslararası Çalışma Konferansı tarafından üye ülkelerce imzalanan sözleşmeler kanun niteliğinedir. Buna ilişkin Anayasamızın 90. Maddesi gereği “ usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir.” Bu bağlamda ülkemizce imzalanan İLO sözleşmeleri kanun hükmünde olup bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
İLO ile imzalanan sözleşmeler iç hukukumuzda da bir takım revizyonlar yapmamıza sebep olmuştur. Sözleşme gereği yerine getirilmesi gereken hükümler ilgili kanun ya da yönetmeliklerde bir takım değişiklikler yapmamız gerektiğini bizlere apaçık göstermektedir.
Örneğin; son Anayasa referandumunda da karşımıza çıkan “Kamu Hizmetlerinde Örgütlenme Hakkının Korunması” ILO’nun 151 sayılı sözleşmesi gereğidir.
İLO sözleşmeleri gereğince ülkemizde çalışma hayatına ilişkin iç hukukumuzun standartları yükseltmekte olup ulusal düzeyde uygulanmasının denetimlerini Türkiye Ofisince yapılmaktadır. Buda emek piyasası sorunlarının çözümünde uluslar arası bir etkiye sahiptir.
Sonuç Olarak;
İLO sosyal adalet kavramının sürdürülebilir barış üzerine etkisini evresel boyutta sağlamaya çalışan bir kuruluştur. Amaçları arasında saydığımız iş barışının sağlanması, çalışma koşullarının iyileşmesi ve dezavantajlı emek piyasası çalışanlarını koruyucu bir kalkan altına alma çalışmaları dünya üzerinde etkisi yadsınamaz bir kuruluştur.
Ancak üye ülkelerin iç mevzuatları ve çalışma piyasalarının farklılık göstermesi ortak paydada buluşmayı her zaman zorlaştırmıştır.
Bu bağlamda Uluslar arası Sosyal Politikaları oluşumundaki hazırladığı normlar üye ülkeler için standartlarını yükseltmede bir hedef tayin etmektedir.
Ülkemiz özelinde ise Türkiye-İLO ilişkileri mevzuu hukukumuzun etkileşimi ve gelişimi noktasında çok faydalı olmuştur. Ülkemiz kimi dönemlerde eğitim ve teknik yardımlar almış kimi zamanda sözleşmeleri zaman kaybetmeksizin onaylayarak emek piyasasının sorunları çözümü noktasında iradeli davranmıştır.
Ülkemizde bireysel iş ilişkileri ve toplu iş ilişkilerinde temel ilkelerin belirlenmesinde İLO doğrudan belirleyici bir norm olmuştur.
Ne var ki; şu son yıllarda emek piyasasındaki yaşanan sıkıntılar özelinde ülkemizde İLO normlarının kabulü sonrasında yaşadığımız denetim ve uygulanabilirlik sorunlarının aşılması ekstra bir çaba sarf etmemiz gerektiğini bize göstermiştir.
Ta ki 1980 yılından bu yana süre gelen İLO denetim mekanizmasının daha uzun bir süre Türkiye-İLO ilişkilerinde belirleyici ve etkin bir role sahip olması ve Türk yasa koyucularının buna bağlı olarak yasal düzenleme yapma iradesini daha güçlü olması gerektiğinin altını çizmek gerekir.
Son dönemlerde yaşanan maden kazaları, asansör faciası ve 7000 sendikalı okul müdürünün görevden alınmasının ardından; İLO Türkiye’nin sözleşmelere imza koymanın yanında ülke içindeki emek piyasasında karşılıksız kaldığına dikkat çekmektedir.
Türkiye İLO sözleşmelerini sadece onaylayan üye konumundan sıyrılıp bu normların uygulanabilirliği yönündeki bürokratik denetim mekanizmasını işler hale getirmesi gerekmektedir.