Avrupa Birliği: Sihirli Değnek Mi, Emperyal Bir Proje Mi?
Connect with us

Avrupa

Avrupa Birliği: Sihirli Değnek Mi, Emperyal Bir Proje Mi?

Yayınlandı

on

Bizim gibi ülkelerde kavramlar, içeride üretilmediği ya da üretilemediği için dışarıdan ithal edilirler ve ithal edilirken doğal olarak yanlış, eksik ya da hatalı olarak getirilirler. Bu durum Türk siyasal hayatına nüfuz etmiştir. Avrupa kavramı, Avrupa Birliği, demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi gibi kavramlar da hep günlük kullanımda bilerek ya da bilinmeyerek yanlış kullanımlara maruz kalmıştır.

 

Avrupa, Türkiye Cumhuriyeti için nihai hedefi teşkil etmiştir. Hatta bunu Osmanlı’nın ıslahat hareketlerinin başladığı döneme kadar taşıyabiliriz. Bu hedefe ulaşmak, onlara benzemek için, onların arasına katılmak için inişli çıkışlı da olsa sürekli bir isteği muhafaza etmişiz. Günümüzde bunun en büyük örneği AB üyeliğidir. Peki, AB nedir?

 

Yazılı-görsel-işitsel medyada yazılan çizilenleri kaba bir tasnife tabi tutarsak iki hâkim görüş ortaya çıkmakta. Birincisi: AB, ulus üstü bir yapılanma ve amacı bağımsız ulus devletlerin egemenlik haklarını ellerinden almak onları karmaşık bir işleyiş tarzına sahip AB yönetsel mekanizması içinde eritmek ve ulus devletleri kendine bağımlı kılmaktadır. Bunun içine biraz sol sos katanlar bunu yapanların büyük sermaye şirketleri olduğunu amaçlarının ulus üstü büyük bir sermaye imparatorluğu kurmak olduğunu eklemeyi ihmal etmiyorlar. Bu görüşü daha çok milliyetçi-bürokrat-cumhuriyetçi kesimin ve uluslar arası rekabetten zarar gören sermaye kesimlerinin seslendirdiğini söyleyebiliriz.

 

İkinci görüş ise AB’nin hayranlık beslediğimiz değerler olan aydınlanma-akılcılık-refah devleti-iktisadi gelişme ile demokrasi-insan hak ve özgürlükleri üzerine inşa edilmiş bir yapı olduğunu ve Türkiye’nin bu yapılanma içinde zaman kaybetmeden yerini alması gerektiğini söylemektedir. Bu kişiler arasında ilginç kesimler vardır. En önemlileri eski dönemlerin solcu-sosyalist-Marksist görüşlüleri olup 2000’li yıllarda liberalizme kayan entelektüellerdir. Sermaye-emek sömürüsü, toplumsal çatışma teorilerini büyük ölçüde törpüleyen bu kesim askeri darbelerden epey çekmiş kişiler olarak özledikleri özgürlük ortamının ancak AB üyeliği ile gerçekleşeceğini düşünmektedirler. Diğer etkili grup ise şüphesiz İslamcılardır. 28 Şubat öncesi AB’yi hatta ABD ile birlikte Batı’yı topyekûn “Haçlı”, “Hıristiyan kulübü” olarak tanımlayan ve düşman olarak konumlayan İslamcıların 1997 sonrası söylem değişikliğine gittikleri ve AB’yi dinsel yaşam tarzına müdahale edilmemesi konusunda can simidi olarak gördükleri görülmektedir.

 

AB gerçekte nedir, ulus devletlerin düşmanı mı, özgürlüklerin bekçisi mi? Tarihe bakacak olursak bu iki görüşün de eksiklikleri olduğu görülmektedir.

 

AB’nin ilk temelini oluşturan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu(AKÇT) II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın enerji kaynaklarını kontrol altına almak ve bazı ulusların bu kaynakları ele geçirmek için geniş çaplı savaşlar çıkarmasını engellemek için kurulmuştur. Zaman içinde gelişen yapı giderek Avrupa Ekonomik Topluluğu( AET) haline dönüşmüştür. Soğuk Savaş dönemi boyunca Batı Avrupa’yı, serbest piyasa ekonomisi ile idare edilen ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğini temsil eden bir işlev görmüş 1990 sonrası hızla büyümüş ve SSCB’nin boşalttığı Doğu Avrupa’yı içine alacak biçimde gelişmiştir.[1]

 

AB’nin varlık amacı ekonomik çıkarlardır. Ve hedef 1929 benzeri bir deneyimin ve bunun sonucunda ortaya çıkan geniş çaplı felaketlerin tekrarlanmasını önlemektir. Kapitalizmin başıboşluktan kaynaklanan krizlerini önlemek, kurumsal ağı geliştirmek ve krizleri önleyecek mekanizmaları oluşturmaktır. Amaç serbest piyasa ekonomisini geliştirmek ve olabildiğince yaymaktır. Soğuk savaş boyunca bu SSCB planlı ekonomisini çökertmek 1990 sonrası Doğu Avrupa pazarını ele geçirmek 2000’lerle ise gelişen Rus-Hint ve Çin ekonomileri karşısında küresel rekabete dayanacak bir Avrupa ekonomisi yaratmaktır. Amaç ilk antlaşmalardan bugüne tek pazarı kurmak ve genişletmektir.[2] Yoksa insan hakları-demokrasi gibi bir kaygıları yoktur. Daha çok serbest piyasa ekonomisinin geliştiği bir yerde bunların kendiliğinden gerçekleşeceği varsayımı vardır. Yani kapitalizm geliştikçe insan hak ve bireysel özgürlükler, liberal demokrasi kendiliğinden yeşerecektir. Yani kapitalizm= demokrasi anlayışı vardır. Ancak kapitalizm kurallarının hâkim olduğu her yerde demokrasinin kendiliğinden yeşerdiği söylenemez. Darbeler, diktalar, oligarşiler eşliğinde de kapitalizm yaşayabilmektedir. Hatta Çin’deki gibi(adı hala komünist bir ülkede) bürokrasi öncülüğünde de kapitalizm gelişmekte ve büyümektedir.

 

Peki, AB’nin ulus devletleri yıkma gibi bir amacı var mıdır? Hayır, AB şimdiye kadar ulus devlet eliyle yürütülen bir projedir ve ulus devletler karar alma mekanizmalarındaki birincil yetkilidir. AB, siyasal imparatorluk yaratma projesi en azından kısa dönemde gelişmesi imkânsız bir mesele gibi gözükmektedir. Üstelik küreselleşen koşullarda Avrupa’nın refahını sürdürebilmesi için, diğer gelişen ekonomilerle rekabet edebilmesi için bu yapılanmaya ihtiyacı vardır. Süreci sadece sermayedarlar da sürüklememektedir. Bu yapılanma içinde tek tek ulus devletler, ulusal burjuvazi, bürokratlar, çeşitli çıkar grupları vardır. Üstelik son yıllarda sol kesimlerin, sendikaların ve diğer grupların da seslerini yükselttiği görülmektedir.[3] Belirleyicilikleri düşük olmakla birlikte Avrupalı halkların da katılımı öngörülmektedir.

 

Türkiye’ye gelirsek Türkiye, AB’nin içinde yer alabilir mi sorusu, almalı mı sorusu kadar az irdelenen bir sorudur. Kültürel-tarihsel-coğrafi olarak parçası olmadığı hatta düşman-anti tez olageldiği Avrupa’nın içinde olmak bize ne kaybettirir, ne kazandırır pek bilinmiyor. Daha çok bölüneceğiz-demokratikleşeceğiz gibi kısır bir düalizme sıkışmış durumdayız. AB’yi ne egemenlik düşmanı bir yapılanma olarak mahkûm etmek, ne de tüm dertlerimizi çözecek sihirli bir değnek olarak allayıp pullamak doğru değildir.

Süleyman Sidal


[1] Bu konuyla ilgili bkz. Michael Gehler, Avrupa, İnkılâp Yayınları, 2005, İstanbul.

[2] Bu yönde bir görüşü savunan bir çalışma için bkz. Andrew Moravcsik, In Defense of Democratic Deficit: Reassesing Legitimacy in the European Union” JCMS, 2002, Vol: 40 No: 4.

[3] Bkz. Jürgen Habermas, “Avrupa’nın Neden Bir Anayasaya İhtiyacı Var?”, Conatus, Sayı: 3, Ocak-Nisan 2005.

2007'den bu güne "Değiştirmek için anlamak, anlamak için Politik Akademi" sloganıyla "Dünya"nın haber ve analizini veriyoruz...

Devamını Oku
Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.