Bangladeş’te idam cezası alan Cemaat-i İslam hareketi liderlerinden Abdülkadir Molla, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dahil birçok ismin devreye girmesine rağmen kurtarılamadı.
Bangladeş hükumetince kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanan ve “savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlardan” hüküm giyen Molla tüm dünyanın gözleri önünde idam edildi.
Molla’nın öldürülmesi dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de idam tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Bu tartışmaların henüz çocuk olmasına rağmen yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren’in idamının yıl dönümüne denk gelmesi pek çok kişiye konuya farklı pencerelerden bakabilme olanağı da sağladı.
Dünyada İdam Gerçeği
Dünyada idam çok boyutlu olarak tartışılan bir ceza. Günümüzde birçok örgüt ve on binlerce kişi idam cezasının kaldırılması için faaliyet gösteriyor. Ancak çabalar yeterli değil. Bugün BM üyesi iki yüze yakın devletten sadece 86’sında idam cezasının kaldırılmış olduğunu görüyoruz.
Buna karşın Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere tam 99 devlette idam cezası hala ve yoğun olarak uygulanmakta. Öyle ki sadece Çin ve İran gibi ülkelerde her yıl yüzlerce kişi idam edilmekte.
11 ülkede ise sadece “vatana ihanet” ve benzeri özel suçlara yönelik olarak idam cezası uygulanmakta.
Hukukun Olmadığı Bir Ülkede İdam Da Olmamalı
İdam geri dönüşü olmayan bir ceza ve bu nedenle bu hükmü verecek mahkemenin adaletine tam olarak güvenmemiz gerekiyor. Oysa postmodern bir dünyada artık herkes adaletin iktidarlardan bağımsız olmadığının farkında.
Rus Anarşit Mihail Aleksandroviç Bakunin’in “Hukuk iktidarların fahişesidir” sözü biraz ağır olsa da fazlaca doğru…
Ne yazık ki her iktidar kendi hukukunu dayatıyor ve iktidardan iktidara suç ve suçlu kavramları şaşırtıcı şekilde değişim gösterebiliyor. Özellikle gelişmemiş ve hatta gelişmekte olan pek çok ülkede hukukun hükumetlerin ellerinde oyuncak edildiğini görüyoruz.
Hukukun evrensel ilkelere göre değil, iktidarlara göre tesis edildiği bir Dünyada elbette idama karşı ilkesel bir duruş sergilemek gerekiyor. Bugüne kadar sadece düşünceleri için idam edilen bilim adamları ve sanatçıları göz önünce alırsak bile idamın savunulacak bir tarafı kalmıyor.
Öte yandan idam edilmelerinin ardından ortaya çıkan kanıtlarla masum oldukları anlaşılan yüzlerce insanı da unutmamak gerekiyor…
Bu çerçevede idama ilkesel olarak karşı çıkmak herkes için bir insanlık görevi. Ancak bunu yaparken de benim adamım asılmasın, seninki asılsa da umurumda değil gibi bir anlayışa asla yer verilmemeli. Örneğin Molla’nın idamına “bir Müslüman idam ediliyor” diye değil “bir insan idam ediliyor” diyerek tepki göstermeliyiz. Aksi halde idama karşı başarı kazanmak asla mümkün olmayacak.
İdama Karşı Olmak Suçluyu Affetmek Değil
Son olarak belirtmek isterim ki, idama karşı çıkmakla bu cezaya çarptırılan insanların masumiyetini savunmak ya da onları melekleştirmeye çalışmak ayrı şeyler. Bu nedenle örneğin Abdülkadir Molla’nın idamına karşı çıkmak, onun günahlarını yok saymamızı ya da Molla’yı melekleştirmemizi gerektirmiyor.
Türkiye’de kantarın topuzu çoğu zaman olduğu gibi yine fazla kaçınca bazı kesimler Molla’yı bir İslam önderi gibi görme yanılgısına düştü. Bu kişilere de Abdülkadir Molla’ya neden “Mirpur Kasabı” denildiğini araştırmalarını öneririm…