Almanya, 81.757.600 kişilik nüfusuyla Avrupa‘nın ve dünyanın en kalabalık ülkeleri arasında yer alıyor. Bu yüksek nüfus oranına karşın, Almanya‘nın nüfusu her geçen gün azalıyor. Yapılan hesaplamalara göre, mevcut nüfusun koruması için yıllık 200.000 doğum yapılması gerekmekte. Fakat bu sayıya ulaşılamıyor ve Almanya’da nüfus her geçen gün biraz daha azalıyor. Şüphesiz bu olgu, ciddi siyasal, kültürel ve ekonomik sonuçlar doğruyor.
Dünyanın önde gelen ekonomileri arasında yar alan Almanya‘nın azalan nüfusu, ülkenin ekonomisini döndüren işgücünün de gün geçtikçe azalması anlamına geliyor. Bugün Almanya‘da ciddi bir istihdam sorunu yaşanmakta ve 500.000 civarında işgücü açığı bulunmakta. Bu işgücü açığı, üretimi düşürdüğü gibi aynı zamanda emeklilerin maaşlarının ödenmesinde de zorluklar yaşanmasına sebep oluyor. Alman hükümetleri, işgücü açığını yakın geçmişte de yaptıkları gibi göçmen işçilerle kapatmaya çalışıyorlar.
Oluşan işgücü açığının göçmenlerle kapatılmaya çalışılması şüphesiz kültürel ve siyasal sonuçlar doğuruyor. Bugün Almanya, önemli bir göçmen ülkesi haline gelmiştir: Almanya‘nın nüfusun %10’u Alman değildir. Önemli bir bölümü Türk olan göçmenler, sosyal hayatta da yer edinmiş ve böylece Alman kültürü, birbirinden oldukça farklı kültürlerle yüz yüze gelmiştir.
Bugün Almanya‘da mevcut olan çok kültürlü yapı, Almanya‘nın iç politikasında ciddi tartışmalara sebep olmuş ve halen de olmaktadır. Yaşanmakta olan “kültür kavgası“nda iki farklı görüş ortaya atılmaktadır: Alman halkı bir tercih yapmak durumunda bırakılmaktadır: “Çok kültürlülük” mü (Multikulti) yoksa “Alman öncü kültürü” mü (deutsche Leitkultur) tercih edilecektir?
Alman öncü kültürü, Almanca Deutsche Leitkultur, ilk kez 1998 yılında Zeit gazetesinin sahibi Theo Sommer tarafından ortaya atılmıştır. Kavramı 2000 yılında Hristiyan Demokrat Birliği ve Hristiyan Sosyal Birliği partilerinin yetkililerince dillendirilmiş ve büyük tepkiler alsa da bugün bile kendinden söz ettirebilmektedir. Bu kavram ile amaçlanan, göçmenlerinin Almancayı öğrenmelerinin yası sıra sosyal ve kültürel yaşamlarında da tıpkı bir “Alman” gibi olmalarıdır. Deutsche Leitkultur, farklı kültürlere sahip olan göçmenlerin, Hristiyanlık, Yahudilik, Yunan Felsefesi, hümanizma, Roma Hukuku ile yoğrulmuş Hristiyan-Batı değerlerini benimsemeleri gereğinden yola çıkmaktadır. Bu görüşü savunanlara göre çokkültürlülük ölmüştür!
Bu haliyle Deutsche Leitkultur, iddia edildiği gibi bir entegrasyon süreci değil bir asimilasyon sürecinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bundan dolayıdır ki Deutsche Leitkultur kavramına karşı çıkanların büyük bir bölümü de Almanların kendileridir. Alman solu, bu kavrama ciddi muhalefet etmektedir. Hatta Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff şu sözleri dahi Deutsche Leitkultur kavramına önemli bir muhalefet sayılabilir: “Hıristiyanlık kuşkusuz Almanya’nın bir parçası. Yahudilik kuşkusuz Almanya’nın bir parçası. Bu, bizim Hıristiyan-Yahudi tarihimiz. Fakat İslam da artık Almanya’nın bir parçası… “
Not: Bu maddenin hazırlanmasında Prof. Dr. İbrahim Canbolat’ın “Almanya’nın Dış Politikası” adlı kitabından yararlanılmıştır.