NTV’nin deneyimli muhabiri Can Ertuna geçtiğimiz haftalarda Suriye’ye gitti ve ülkede yaşanan iç savaşa tanıklık etti. Biz de Ertuna’ya Suriye’de yaşadıklarını, savaş ortamında gazeteciliğin nasıl yapıldığını ve çok daha fazlasını sorduk.
Bizim adımıza keyifli ve bilgilendirici bir röportaj oldu. Sizlerin de keyifle okumanız dileğiyle…
Suriye’deki iç savaş ülkenin ikinci büyük kenti Halep’e sıçradıktan sonra Türkiye’den birçok gazeteci soluğu bu kentte aldı. Siz de NTV adına yoğun çatışmaların olduğu Halep’e giderek kentteki son durumu bildirdiniz. Dilerseniz önce buradan başlayalım, neler gördünüz, neler yaşadınız Halep’te?
Halep’te yaşanan bir şehir savaşı. Sokak sokak çatışmalar sürüyor. Kentin tamamının muhaliflerin ya da rejim güçlerinin kontrolünde olduğunu söyleyemeyiz. Bazen günlerce bir mahalleyi ele geçirmek için savaşıyor taraflar. Sokak savaşı olması muhaliflerin lehine. Yüksek katlı konut alanlarında rejim güçlerinin elindeki ağır silahlara hedef olmadan mevzilenebiliyorlar. Lojistik desteği de Türkiye sınırından Halep’e kadar olan “fiili tampon bölge” durumundaki kırsal bölgelerden sağlıyorlar. Suriye ordusu da bombardımanları kent ölçeğinde değil, çatışmaların yaşandığı alanlarla sınırlı tutma çabasında. Halep’e muhalif bir kent demek için henüz erken. Muhalif savaşçılar yer yer destek görüyor halktan ancak kent ölçeğinde geniş bir destek ve topyekün bir ayaklanmadan bahsedemeyiz. Zaten çatışmaların yaşandığı mahallelerde siviller kalmamış. O kısımlar savaş alanı görünümünde.
Türk medyası hazırladığı Suriye haberlerini birkaç ay öncesine kadar sadece uluslararası ajansların geçtiği bilgi ve görüntülerle hazırladı. Siz ise Suriye’ye gittiniz ve orada yaşananlara tanık oldunuz. Ajansların geçtiği bilgi ve görüntülerden farklı bir manzarayla karşılaştınız mı orada?
Suriye’den iki tür bilgi akışı vardı. Biri sizin de belirttiğiniz gibi uluslararası ajansların çalışmaları -ki bizim gördüklerimiz aşağı yukarı aynı sahnelerdi. Bir de taraf medyalara ya da uluslarası yayın kuruluşlarına sızdırılan cep telefonu görüntüleri ya da aktivist videoları. Bunlar genellikle katliam içerikli. Biz oraya gittiğimizde kitlesel bir kıyıma şahit olmadık. Ancak esir alma oranının çok düşük olduğu öfke ve hınç dolu bir savaş ve şiddetin boyutları her geçen gün artıyor. Yani daha uzun süre kalsaydık neler görürdük, bilemiyorum. Kaldı ki artık herkesin ortak görüşü bu ikinci gruptaki yerel kaynaklı görüntülerin ya da onlarla birlikte aktarılan bilgilerin doğrulatılmasının gerekli olduğu yönünde. Çünkü artık biliyoruz ki her iki taraf da kitlesel cinayetler işleyebiliyor ve suçu birbirine atmak için bu görüntülerden de yararlanıyorlar.
Türkiye’den Suriye’ye giden ve çatışmaları görüntüleyen muhabirler genellikle muhaliflerle birlikte hareket etti. İki tarafı olan bir savaşta Türk gazetecilerin hemen hepsinin muhaliflerin gözünden savaşı yansıtmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bundan yaklaşık bir sene önce Şam yönetiminin davetlisi olarak da yaklaşık 4 günlük bir gezi kapsamında Suriye’de bulunmuştum. Ancak bu gezide de bağımsız hareket etme şansı tanınmamıştı bize yani bu kez de rejime iliştirilmiştik. Zaten bağımsız bir yabancı gazeteci olarak Suriye’de çalışmak sözkonusu değil. En iyi ihtimalle attığınız her adımda takip ediliyorsunuz. Birçok yabancı gazeteci de ülkeye kabul edilmiyor zaten. İşte bu durum da çoğu gazeteciyi rahat hareket edebilecekleri muhaliflerle kaçak olarak ülkeye girme seçeneğine zorluyor. Diğer birçok yerde olduğu gibi böyle grupların içinde daha rahat çalışabiliyorsunuz. Bir de zaten BM ya da başka bir uluslararası kuruluşun güvenli bir bölge oluşturmadığı yerlerde ya bir tarafa ya da diğerine eklemliyorsunuz kendinizi, cephede ortada tek başınıza çalışma durumu sözkonusu değil. Ancak bana-ve birçok meslekdaşıma göre- Esad rejiminin sürecin başından beri en büyük hatalarından biri ülkeyi dünya medyasına kapatmak oldu. Belki güvenlik gerekçesiyle böyle bir karar aldılar ama bu kez de muhaliflerin eline çok güçlü bir propaganda silahı verdiler. Şimdi bazı gazetecileri rejim çerçevesinden olayları anlatmak için ülkeye çağırıyorlar ama geç kaldılar. Medya savaşında muhalifler önde. Bir de yayın kuruluşlarının hükümetlerinin tercihleri yönünde bir “taraf” seçmesi de sözkonusu olabiliyor. Bu hem Türkiye’de hem dünyada böyle. Türk ve batılı yayın organlarında muhaliflere sempati daha fazla ve elbette bunda hükümetlerin tercihlerinin de büyük payı var.
Suriye’den gelen çatışma görüntülerinde sadece ateş eden muhalifler vardı. Caddelerin ya da sokakların öte yanında kimin olduğunu nedense hiç göremedik. CNN’in yaşadığı Danny Dayem skandalı da göz önüne alındığında tüm bu görüntülerin gerçeği ne kadar yansıttığını söyleyebiliriz?
En azından kendi deneyimimiz ışığında söyleyebilirim ki. Bizim olduğumuz tarafa ateş eden askerleri çekmeye çalışsaydık, vurulurduk. O nedenle mevzilendiğimiz yerden sadece ateş eden muhalifleri ve de yakınımıza düşen mermi ve bombaları görüntüleyebildik. Ve onlar da oldukça gerçekti. Ancak bu savaşta kurmaca sahneler olmadığı anlamına gelmiyor. Bu sadece cephede değil, cephe gerisinde de gitgide kirli bir hale gelen bir savaş.
Orta Doğu denildiği zaman akla gelen ilk gazeteci ve hatta otoritelerden bir tanesi Robert Fisk. Independent adına çalışan Fisk yıllardır bölgede gazetecilik yaptı. Fisk’in Suriye hakkındaki son değerlendirmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Fisk, Independent’taki son yazısında ciddi bir iddiada bulunarak, 245 kişinin katledildiği Şam’a bağlı Deraya kasabasındaki katliamın silahlı muhalifler tarafından yapılmış olabileceğini belirtti.
Fisk uzun süre muhaliflerin davalarını sahiplenen yorumlar içeren yazılar yazdıysa da bu son yolculuğunu rejim birliklerine iliştirilmiş bir şekilde gerçekleştirdi yanılmıyorsam. Cephenin farklı bir yüzünü gördü. Deraya konusunda söylediklerinin -kariyeri gözönüne alındığında- yabana atılamayacağı kanısındayım.
Savaş muhabirliği üzerinde de duralım istiyorum. Görünen o ki oldukça tehlikeli bir meslek. Sadece Suriye’de 17 aydır devam eden olaylarda yirmiye yakın gazeteci yaşamını yitirdi. 30 gazeteciden de hala haber alınamıyor. Bu noktada neler söylemek istersiniz, bu mesleği yapmak isteyenlere ne gibi tavsiyeleriniz var?
Türkiye’de haber yapma alanı daraldıkça medyada belli konular üzerine uzmanlaşma hergeçen gün azalıyor. Paralel bir biçimde ne yazık ki çok başarılı savaş muhabirleri olsa da savaş muhabirliği geleneği yok. Bu da kurumlarda bu konuda uzmanlaşmış personel yetiştirme yönünde bugüne kadar bir çaba olmadığı anlamına geliyor. Oysa yurtdışındaki saygın kurumlarda eğitim almamış, deneyimsiz ve gerekli teknik donanımdan ve sigortalardan yoksun personelin ateşe atılması sözkonusu değil. Ne yazık ki yaşanan ölüm, yaralanma ve kaçırılma olaylarından sonra Türkiye’deki kurumlar da ders almaya başladılar. Yavaş yavaş bu konuda eğitimler verilmeye başlandı. Öncelikle savaş bölgelerine gidecek personelin böyle bir “savaş muhabirliği” eğitimi alması şart. Ayrıca uydu telefonu, çelik yelek ve miğfer gibi temel donanımlar mutlaka sağlanmalı ekibe. Son olarak da bunlar tamam hadi yola çıkın denmemeli personel deneyimli olmalı. Çünkü gerçekten ateş altında kalınca sakin olabilmek, zor durumlarda çıkış stratejisi geliştirebilmek gerektiğinde ekip arkadaşının sorumluluğunu alabilmek bunlar deneyimle kazanılan şeyler. Tüm bu koşullar da ölümle yaşam arasındaki bazen yarım saniyelik zaman diliminde bazen 10 santimlik mesafede yapmanız gerekeni belirliyor.