Türkiye’nin Güvenlik Politikaları Ekseninde PKK
Connect with us

Makale Analiz

Türkiye’nin Güvenlik Politikaları Ekseninde PKK

Yayınlandı

on

Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Ortadoğu’ya karşı izlediği politikanın odak noktasında terör ve Kürt meselesi yer almaktadır. Bu doğrultuda Türkiye bu dönemde, bazen komşularına karşı PKK terör örgütüne ya da Hizbullah terörüne destek verdikleri gerekçesiyle sert tepkiler ortaya koyarken, bazen de aynı devletlerle Kuzey Irak’ta ortaya çıkan fiili Kürt devletine karşı ortak toplantılar düzenledi. Filistinlilere yönelik uygulamaları nedeniyle eleştirdiği İsrail’le su sorunu ve terör konularında Türkiye’yi sıkıştıran Suriye ve İran’a karşı denge oluşturması, ABD’de bulunan güçlü ve etkili lobisiyle destek sağlaması ve Arap devletlerinden Kıbrıs gibi konularda beklediği desteği görememesi nedeniyle ‘stratejik ortaklık’ olarak adlandırılan ilişkilere girdi.[1]

Soğuk Savaşın sona ermesi ve özellikle, 11 Eylül sonrası uluslar arası ilişkilerde ulusal ve küresel tehditlerin yapılarında meydana gelen değişikler sonucunda, güvenlik algılamalarında ciddi değişikliklerin görülmesi ve yeni gereksinimlerin ortaya çıkası kaçınılmaz olmuştur.

Soğuk Savaş sonrası dönemin ardından uluslararası sistem kapsamında yaşanan bir dizi radikal değişim, dönüşüm ve kriz anları kimi kez bizleri Soğuk Savaş döneminin en sıcak gelişmelerini dahi özlemle anacak noktaya sürüklemiştir. 1991 sonrası şahit olunan, kimi devletlerce bizzat yaşanan gelişmeler, hız, kapsam ve nicelik gibi açılardan o denli yoğun bir görünüm arz etmişlerdir ki uluslararası sistem bir radikal değişimi tolere edebilmek adına kendisi için gerekli olan olgunluğa erişemeden bir diğer değişimle yüzleşmek durumunda kalmıştır.[2]

Bir dizi değişimin yaşandığı uluslararası sistemde odak noktalar ya da başka bir değişle sorunlu bölgeler;  Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar, Güney Doğu Asya gibi Türkiye’yi çevreleyen alanlar olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu alanların birinde meydana gelebilecek bir değişikliğe tepkisiz kalması düşünülemez. Türkiye’nin pasif bir konumda olması ve herhangi bir rol üstlenmemesi; ne bu bölgeler ne de Türkiye açısından mümkün gözükmektedir.

Türkiye’nin güvenliğini direkt etkileme potansiyeline sahip bu bölgeler sahip oldukları birçok benzerlik açısından dikkat çekmektedir. Bunlar genellikle siyasal olarak istikrarsız alanlardır, çoğu etnik, dini temellere dayanan çatışmalarla çalkalanmaktadır. Ya sıcak çatışmaların ya da patlamaya hazır potansiyel “soğuk savaş”ların yaşandığı durumlar, adı geçen bölgelerin en tipik özelliğidir. Çoğunun geçmişte sömürge dönemi geçirmesi de genel olarak bir benzerlik olmakla beraber bölgelerin günümüz siyasal yapısını şekillendirmede önemli bir etkiye sahiptir.[3]

Türkiye Soğuk Savaş’ın bitimiyle güvenlik ve dış politika alanlarında ciddi değişimlerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nden gelen tehdit algılaması Batının yanında yer alınarak dengelenebiliyordu. Ama küresel dengelerin değiştiği 1990’larda Türkiye de birçok devletin yaptığı gibi bölgesel sorunlarla daha fazla ilgilenmek zorunda kalmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra yaşanan Körfez müdahalesi ve Irak’ta meydana gelen değişiklikler Türkiye’nin dış politika ve güvenlik gündemini en çok işgal eden konular olmuştur. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ihtimali Türkiye’de sıkça gündeme gelen konulardan biri olmuştur. İşte, Türkiye’nin güvenliği açısından üzerinde daha bir önemle durulması gereken husus; ABD’nin Yeni Orta Doğu Politikası Karşısında Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi için geliştirmesi gereken güvenlik politikaları olmalıdır.[4]

Türkiye’nin Orta Doğu’daki devletlerle ilişkileri genel olarak uzun süreli ve istikrarlı bir şekilde gelişmemiştir. Çoğu zaman küçük sorunlar dahi devletlerarasında önemli krizlere yol açabilmiştir. Bölge devletlerinin rejimlerinin farklılığı ve geçmişten gelen sınır sorunları gibi temel sorunlarına, dışarıdan desteklenen iç sorunlar da eklenince bölge devletleri arasında ciddi bir güvensizlik ortamı oluşmuştur.

Orta doğuda barış ve istikrarın egemen olması gerek Türkiye’nin güvenliği, gerekse bölgesel ve küresel barış açısından son derece önemlidir. Bu doğrultuda Türkiye tarihsel ve dinsel yakınlığı sebebiyle Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerinin barış ve dostluk içinde sürmesine büyük önem verirken, İsrail ile bölge koşullarını da göz önünde bulundurmak suretiyle istikrar ve refahının sağlanmasına hizmet edecek biçimde ilişkilerini sürdürmektedir.

Türkiye’nin de bölge devletleri ile ilişkileri benzer sebepler yüzünden ilerleme imkânını çok fazla bulamamıştır. Özellikle Suriye, İran gibi komşularımızla ilişkilerimizin genelde uzun soluklu ve olumlu bir şekilde ilerlemesi çok mümkün olmamıştır. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde Irak özelinde geliştirdiği politikalarda Kuzey Irak’ta oluşması muhtemel Kürt devletinin temel belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. ABD tarafından 36. paralelin uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve bu bölgenin “Çekiç Güç” müdahalesiyle güvenli bölge olarak açıklanması Saddam Hüseyin yönetiminin bölge üzerindeki etkinliğini azaltmış ve bölgedeki Kürtler için olumlu bir ortam oluşturmuştu. Türkiye, özellikle PKK terörü ile ilgilendiği için Kürtlerin buradaki oluşumuna çok fazla tepki göstermemiştir.[5]

Türkiye’nin güvenlik politikasını belirleyebilmesi için öncelikle ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra nasıl bir yayılma gösterdiğini ve bunun hangi devletleri nasıl etkilediğini belirlememiz gerekir. ABD politikalarının odak noktası Ortadoğu’dur.

ABD’nin Orta Doğu politikasına destek vermesi Türkiye’nin NATO’daki etkinliğini ve konumunu güçlendirebilir. Türkiye’nin özellikle İngiltere ile ve ABD yanlısı Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerinde bir gelişme söz konusu olabilir. Ancak, bu politikanın, Türkiye’nin NATO kapsamındaki görev ve sorumluluklarını ve ayrıca Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini ne yönde etkileyeceği belirsizdir. NATO’nun da muhtemelen rol alacağı düşünülürse, bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılan NATO’nun etkinliğinde azalma olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekir. Ayrıca bu demokratikleştirme faaliyetleri kapsamında şiddetin ve anti-demokratik yöntemlerin kullanılmamasına dikkat edilmelidir. Orta Doğu’daki devletlerin toplumsal yapıları kadar ordularının da ileride demokratik oluşumu yıkamayacak bir olgunluğa erişmeleri sağlanmalıdır.

Türkiye açısından bölgedeki silahların denetim altında tutulması ve silahsızlanma süreci son derece önemlidir. Bu konularla ilgili uluslar arası antlaşmalar çerçevesinde, bu yöndeki uluslararası çalışmalara aktif düzeyde katılım ve anlaşma hükümlerinin eksiksiz olarak uygulanması, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikalarını önemli ölçüde etkileyecek olan unsurlardır.

Dünya ölçeğinde çıkarları büyük olan devletler, uzak coğrafya politikası uygulamak suretiyle kendilerine bağımlı alanlar yaratmakta, bölgedeki hassas dokulardan yararlanarak buraları silahlandırmakta böylece bölge ülkelerinin çatışması kaçınılmaz olmaktadır. Bu durum var olan sorunların çözümünü imkânsızlaştırmakta istikrarsızlıkların sürmesine neden olmaktadır. Türkiye bu nedenle yer aldığı bölgenin hassas değerlerini de göz önünde bulundurarak çok yönlü politikalarını dengeli bir biçimde yürütmek zorundadır.

4.1. PKK ve Terör Sorununa Yönelik Politikalar

Türkiye’nin bölgeye yönelik güvenlik algılamalarında PKK ve terör sorunu çok önemli bir yer tutmaktadır. Bugün Kürt sorunu dediğimiz olgu özellikle Kuzey Irak ta bağımsız ve kontrol edilemeyen Kürt realitesinin oluşmuş olmasından kaynaklanmaktadır.

Bugün Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşumuna ortam hazırlayan etkenlerden birisi, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’dır. Bu savaş sürecinde, Irak askeri kuvvetlerini güneyde kullanmak zorunda kaldığı için, Kürtler daha rahat hareket etmesine fırsatını elde etti. Bu ortamdan faydalanmak isteyen Kuzey Iraklı Kürt grupları bağımsız bir Kürdistan kurulması için mücadele başlattılar. İran da, Irak’ı zayıflatmak için Kürt gerilla hareketine destek verdi. Fakat İran-Irak Savaşı sona erdikten sonra Bağdat yönetimi kendine ihanet eden Kürtleri ağır bir şekilde cezalandırdı. Bu durum Kürtlerin Bağdat’a bağlılığını artırmanın aksine ilk fırsatta

Irak’tan kopmaları için kışkırttı. Kürtlerin beklediği fırsat Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle ortaya çıktı. Körfez Savaşı’ndan sonra dış güçlerin de desteğiyle Kürtler isyan etti. Arkalarındaki desteğin çekilmesiyle Saddam’ın askerleri isyanı bastırdı. Fakat bu durum Kürtleri bağımsız bir devlete daha çok yaklaştırdı. Çünkü Kürtleri Saddam Hüseyin’in gazabından korumak için oluşturulan Güvenli Bölgede bir Kürt devleti nüvesi ortaya çıktı.[6]

Türkiye, bölgede en fazla Kürt nüfusa sahip ülke olarak her zaman Irak’ın toprak bütünlüğünü savundu ve bağımsız bir Kürt devleti oluşumuna karşı çıktı. Türkiye kendi açısından, Kuzey Irak’taki oluşumun Bağdat yönetiminin otoritesini tekrar kuruncaya kadar yapılmış geçici düzenlemeler olduğunu kabul etti. Ayrıca, içerisindeki Kürt nüfus dolayısıyla Kürt devletinin kurulmasından zarar görecek olan İran ve Suriye ile ortak toplantılar düzenleyerek böyle bir oluşuma karşı uluslararası düzeyde bir platform oluşturmaya çalıştı.[7]

Türkiye Kürt devleti oluşumuna karşı olmanın ötesinde, böyle bir oluşumu savaş sebebi sayacağını ilan etmiştir. Çünkü Türkiye Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletinin kendi içindeki Kürt kökenli vatandaşlar için çekim merkezi haline gelebileceği ya da bu devletin irredantizm yaparak Türkiye’de Kürt vatandaşların yoğunlukla yaşadığı doğu kesimini Türkiye’den koparabileceği şüphesini taşımaktadır. Böyle bir durum, Türkiye’nin toprak bütünlüğü üzerinde de domino etkisi yaratabilecek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan farklı etnik grupların da benzer taleplerle ortaya çıkmasına neden olabilecektir.

Esasen, Türkiye’nin Kuzey Irak politikası pek çok çelişkiyi içermektedir. Türkiye bu kadar kesin olarak Kürt Devleti oluşumuna karşı çıkmasının yanı sıra, PKK’nın Kuzey Irak’taki etkinliğini kırmak ve devlet oluşumuyla ilgili gelişmeleri kontrol altında tutabilmek için Kuzey Irak’taki Kürt liderlerle bağlantıya geçmiş, ticaret vb. araçlarla ekonomik olarak güçlenmelerine destek vermiş, hatta onlara diplomatik pasaport sağlayarak kolaylıkla yurtdışına çıkıp seslerini daha iyi duyurmalarına yardımcı olmuştur. Bir bakıma oluşmasına kesinlikle karşı çıktığı Kürt devletini kendi eliyle beslemiştir.

1984’ten itibaren kanlı eylemleriyle adını duyurmaya başlayan ve Türkiye’nin güneydoğusunda bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını amaçlayan PKK (Partiya Karkeren Kürdistan/ Kürdistan İşçi Partisi) adlı terör örgütü 1990’lı yılların sonlarına kadar hem Türkiye’nin iç politikasında hem de dış politikasında önemli bir etmen olarak yer aldı. [8]

PKK, Türkiye’yle sorunu olan devletlerin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak ya da bazılarının Türk yetkilileri kendi lehine politikalar uygulamaya zorlamakta kullandığı bir koz oldu. Türkiye’nin komşularının ona karşı bu tür faaliyetlerde bulunması, Türk yetkililerin Suriye ve İran’a karşı bir denge unsuru aramasına yol açtı. Türkiye denge unsuru olarak İsrail’i seçti ve 1990 sonrasında Ortadoğu’da barış sürecine girilmiş olmasının da katkılarıyla İsrail’le işbirliğine yöneldi. [9]

PKK’nın faaliyetleri başta Irak, İran ve Suriye olmak üzere Ortadoğu devletlerine yönelik politikasında belirleyici oldu. Öncelikle, Kürt sorunu her iki ülkeyi de olumsuz etkilediği için Türkiye Irak’la 1983’te, birbirlerinin topraklarında sıcak takip” izni veren “Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması” imzaladı. Bu anlaşmayla, Türkiye Irak’a önceden haber vermek suretiyle Irak topraklarında 5 km kadar mesafede çatışmaya girdiği militanları izleme hakkı elde etti. Bu anlaşmaya dayanarak 5 Temmuz 1985, 15 Ağustos 1986 ve 4 Mart 1987 tarihlerinde Türk ordusu Irak topraklarında sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi.

Körfez Savaşı’ndan sonra ise, Irak hükümeti, kuzey bölgesinde otoritesini büyük ölçüde kaybetti. Ortaya çıkan güç boşluğunu PKK doldurdu ve bölgedeki faaliyetlerini artırdı. Irak’ın kuzeydeki gücünü yitirmesinden sonra sınır sadece Türkiye tarafından korunduğu için, sınırdan PKK militanlarının sızması kolaylaştı. Buna ek olarak, savaştan sonra Saddam’ın zulmünden kaçan Kürtlerin güvenliğini sağlamak için oluşturulan Çekiç Güç, diğer Kürt grupların yanı sıra PKK’yla da temasa geçti. Türk basınında Çekiç Güç’ün PKK’lılara yardım malzemesi attığı, Türkiye’nin düzenlediği operasyonlarda yaralanan PKK’lıları helikopterlerle taşıdığı yönünde çok sayıda haber çıktı.

Türkiye, PKK sorununun çözümü için Kürtler arasında bir denge politikasına yöneldi. Körfez Savaşı’ndan sonra Özal ve dışişlerinin öncülüğünde PKK’yı sıkıştırmak için Kuzey Irak’taki iki büyük Kürt grubunun liderleri olan Talabani ve Barzani’nin desteği sağlanmaya çalışıldı. Bu girişim sonunda Talabani ve Barzani kendi aralarında anlaşma sağladıkları sürece Türkiye’nin yanında yer alarak PKK’ya yönelik tavırlarını sertleştirdi. Hatta zaman zaman çatışmaya girdiler. Türkiye’nin1992’de ilan edilen federe Kürt devletine karşı çıkmasını engellemek için PKK’yı devlet oluşum sürecinin dışında tuttular.[10]

.

Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak’ta ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanarak artan PKK terörü, Türkiye’nin tehdit algılamalarını değiştirdi. 1992 yılı Ulusal Güvenlik Belgesi, Sovyetler Birliği ve Yunanistan’a yönelik hazırlanmış savunma kavramını değiştirdi, Türkiye’nin güney komşularından destek alan ayrılıkçı PKK terörü birincil tehdit olarak tanımlandı. PKK’nın kanlı eylemleri büyük ölçüde durdurulana ve örgüt lideri Abdullah Öcalan yakalanana kadar PKK’ya verilen öncelik devam etti. Bu nedenle PKK’nın köşeye sıkıştırılabilmesi için daha önce de bahsedildiği gibi fiili bir Kürt devletinin ortaya çıkmasına bile destek olundu.

Bununla birlikte Türkiye, PKK sorununu çözmek için 1990 öncesinde olduğu gibi askeri önlemlere de başvurdu. Sınır ötesi operasyonlar düzenledi. Bu operasyonlar PKK’nın askeri olarak yıpranmasını sağlarken, Türkiye’nin özellikle Avrupa’dan yoğun eleştiriler almasına da neden oldu. Türkiye, ABD’nin de eleştirilerine maruz kalmamak için memnuniyetsizliğine rağmen Çekiç Gücün faaliyetlerini sürdürmesine izin verdi.[11]

16 Şubat 1999’da PKK’nın başı Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildi. Yargılanarak idama mahkûm edildi. Fakat idam cezasının kaldırılması üzerine cezası ömür boyu hapse çevrildi. Öcalan’ın yakalanışından sonra PKK’nın 23 Ocak 2000’de yapılan VII. Kongresi’nde, örgüt silahlı eylemlere ara vererek siyasallaşma sürecini başlatma kararı aldı. Öcalan da PKK’nın Türkiye’deki tabanını koruyabilmek için bir barış söylemi başlattı. Buna karşın, Kuzey Irak’taki silahlı örgüt militanları dağıtılmadı.

2003 Irak Savaşı’ndan sonra PKK tekrar Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli bir etken haline geldi. Kuzey Irak’ta bulunan yaklaşık 3000-5000 militan olduğu tahmin edilen PKK varlığının Kuzey Irak’ta barındırılmaması savaştan sonra Türkiye-ABD arasında ilişkileri gerginleştiren bir faktör olarak ortaya çıktı. ABD, Irak Savaşı öncesinde Türkiye’nin PKK’yla mücadelesine destek verdi. Ama Irak’ın işgalinden sonra PKK’yla mücadele anlamında birkaç gelişme dışında hiçbir ciddi faaliyette bulunmaması ABD’nin örgüte yönelik politikasının değiştiği izlenimini yarattı.[12]

11 Eylül saldırıları, ABD’de güvenlik konusunun ön plana çıkmasına ve terörün birincil tehdit olarak algılanmasına neden oldu. ABD’nin yüzyıllardır ilk kez kendi topraklarında bir terörist saldırıya uğraması, saldırının maddi zararlarının ötesinde psikolojik yıkımı öne çıkardı. 2002’de ilan edilen Ulusal Güvenlik Stratejisi, teröristlere ve terörizme destek veren devletlere, kitle imha silahları olan ya da kullanma amacı güden ülkelere askeri müdahalede bulunulmasını öngördü. Dahası, ABD geliştirdiği önleyici savaş ve önceden saldırı kavramları ile saldırıya uğramaksızın tehdit olarak görülen bir devlete müdahalede bulunulmasının yolunu açtı. Böylece, ABD dünyayı terörizmle mücadelede askeri müdahale dahil her şeyin mubah olduğuna inandığı bir düzeye getirdi. Bu çerçevede de ABD, teröre destek verdiği ‘kanıtlanan’ Afganistan ve Irak’a müdahale etti.[13]

2001 sonrası Amerikan resmi tavrı, terörizmle etkin mücadele için gereken her şeyin yapılacağı yönündedir. Fakat resmi açıklamalarla birlikte uygulamaların da değerlendirilmesi gereklidir. ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alan PKK örneğinde olduğu gibi açıklamalarıyla uygulamaları arasında çelişki olabilmektedir.

ABD’nin de yardım ettiği iddia edilen Öcalan operasyonundan sonra ABD’nin Türkiye’deki Kürt sorununa ‘demokratik bir çözüm’ getirilmesi yönündeki beklentileri arttı. Nitekim bu yönde, bölgedeki olağanüstü halin kaldırılması, AB reformlarıyla Kürt halkının ana dilde eğitim, televizyon yayını gibi haklar elde etmesi gibi bazı gelişmeler kaydedildi.

 

Fuat Karacalı
Uluslararası İlişliler Uzmanı

 


[1] ALTUNIŞIK Meliha B: “Güvenlik kıskacındaki Türkiye – Ortadoğu ilişkileri”  , En Uzun On Yıl: Türkiye’nin ulusal güvenlik ve dış politika gündeminde doksanlı yıllar. (der.) Gencer Özcan ve Şule Kut, İstanbul boyut kitapları 1998

[2] Dr. Gamze Güngörmüş Kona: Türkiye’nin güvenlik politikaları (2000-2008) , makale Prof.Dr. Haydar Çakmak (Der.), 1001-1007, Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara, 2008.

[3] ŞİMŞEK Erdal : “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası “ Kum Saati Yayınları İstanbul, Şubat 2005

[4] GÖZEN, Ramazan : “Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve

Sonrası” Liberte Yayınları, Ankara, 2000

[5]. FIRAT Melek, KÜRKÇÜOĞLU Ömer :” 1990 – 2001 Orta doğuyla ilişkiler “Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olaylar, Belgeler, Yorumlar Cilt, 2  (ed) Baskın Oran

[6] KONA Güngörmüş Gamze: Türkiye’nin güvenlik politikaları (2000-2008) , makale Prof.Dr. Haydar Çakmak (Der.), 1001-1007, Platin Yayınları, ISBN 978-9944-137-25-6, Ankara, 2008

[6] ARI Tayyar: Türkiye, Irak ve ABD: “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Basra Körfez’inde Yeni Parametreler “İdris Bal. Der. Türk Dış Politikası. İstanbul: Alfa Yay., 2001, ss

[6] ARI Tayyar: Türkiye, Irak ve ABD: “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Basra Körfez’inde Yeni Parametreler “İdris Bal. Der. Türk Dış Politikası. İstanbul: Alfa Yay., 2001, ss

[7] ORAN Baskın :” Kalkık Horoz, Çekiç Güç ve Kürt Devleti”. İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1996

[9] KONA Güngörmüş Gamze : “Yeni Irak, Yeni Orta Doğu ve Türk Dış Politikası,” , TASAM Stratejik Öngörü cilt 9 sayı 101

[10] GÖZEN Ramazan : “Kuzey Irak Sorunu “İdris Bal. Der. Türk Dış Politikası. İstanbul: Alfa Yay., 2001,

80 GÜVEN V. F., “PKK Terör Örgütü’nün Eylül Ayı Sonrasına İlişkin Silahlı Eylem

Tehditleri,” içinde Stratejik Analiz, Cilt No 4, Sayı 41, (Eylül), s. 61-70,

[11] ORAN Baskın :” Kalkık Horoz, Çekiç Güç ve Kürt Devleti”. İstanbul: Bilgi Yayınevi, 1996

[12] KONA Güngörmüş Gamze : “Yeni Irak, Yeni Orta Doğu ve Türk Dış Politikası,” , TASAM Stratejik Öngörü cilt 9 sayı 101

[13] ÖZDAĞ Ümit : “ Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayrinizamî Savaşın Anatomisi” , Ankara ASAM Yayınları, 2000,

 

Devamını Oku
Reklam
Yorum Yapmak İçin Tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.