Çalışma Yaşamı
Çalışma Yaşamında İnanç Özgürlüğü
İnanç özgürlüğü hem Uluslararası Sözleşmelerde hem de birçok ülkenin Anayasasında ve ilgili kanunlarında bulunmaktadır. İnanç özgülüğünü bir hak olarak tanımlamak ve tanımak dışında bu hakkın sınırlamaları ve ihlalleri bağlamında birçok ülkede sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin ülkemizde hem kamusal alanda hem de çalışma hayatında “başörtüsü, sakal ve inanç yükümlülüklerini yerine getirme, dini inancını ifade hürriyeti, dini bayramlarda resmî tatil tanımlaması” bağlamında değerlendirilebilecek birçok husus uzun zamandır tartışılagelmiştir. Bu açıdan bakıldığında kişinin inanç hürriyetine karşın çalışma hayatında gördüğü ayrımcılık, yasaklar, maruz bırakılma vb. olgular çerçevesinde bir çeşit psikolojik şiddet görmektedir. Bu durum iş barışının bozulması ve ayrımcılık yasağının ihlali anlamına gelmektedir ve birçok kez bireyin çalışma hayatından dışlanması ve çalıştığı işyerine karşı aidiyetinin azalması sonucunu doğurmaktadır.
Yayınlandı
5 sene önceon
İnanç özgürlüğü hem Uluslararası Sözleşmelerde hem de birçok ülkenin Anayasasında ve ilgili kanunlarında bulunmaktadır. İnanç özgülüğünü bir hak olarak tanımlamak ve tanımak dışında bu hakkın sınırlamaları ve ihlalleri bağlamında birçok ülkede sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin ülkemizde hem kamusal alanda hem de çalışma hayatında “başörtüsü, sakal ve inanç yükümlülüklerini yerine getirme, dini inancını ifade hürriyeti, dini bayramlarda resmî tatil tanımlaması” bağlamında değerlendirilebilecek birçok husus uzun zamandır tartışılagelmiştir. Bu açıdan bakıldığında kişinin inanç hürriyetine karşın çalışma hayatında gördüğü ayrımcılık, yasaklar, maruz bırakılma vb. olgular çerçevesinde bir çeşit psikolojik şiddet görmektedir. Bu durum iş barışının bozulması ve ayrımcılık yasağının ihlali anlamına gelmektedir ve birçok kez bireyin çalışma hayatından dışlanması ve çalıştığı işyerine karşı aidiyetinin azalması sonucunu doğurmaktadır.
1. Giriş
Toplumda farklı dilde konuşan, farklı dine mensup ve farklı inanç ve dünya görüşüne sahip bireyler bulunmaktadır. Bireylerin bu farklılıkları birçok alanda bireye sınırlandırma ve eşitsizlik getirmektedir. Devletin temel görevi bireyin bu özgürlüklerini herhangi bir ayrımcılığa maruz bırakılmadan, eşitsizlik yaratmadan yaşamasını sağlamaktır. Ayrıca bu durumdan dolayı karşılaştığı herhangi bir hak ihlali sonucunda mağdur olan bireyin hakkını savunmaktır. Ayrımcılık yasağı ve eşitlik gerek ulusal gerek uluslararası hukuk düzenlemeleri ile hukukun her alanında uygulama alanı bulan, modern hukukun en temel ilkelerinden biridir.
Ayrımcılık yasağı hukukun diğer alanlarında olduğu gibi, çalışma hayatında ve iş hukukunda da oldukça önem arz eden ve ele alınması gereken bir konudur.
Çalışma yaşamında gerçekleşen her türlü duygusal taciz, aşağılama, inanç hürriyetini kısıtlama, korkutma, tehdit, gözdağı, alay vb. psikolojik saldırı türlerini içeren pek çok davranışı iş yerinde psikolojik şiddet bağlamında ele alabilmekteyiz. Psikolojik şiddet içeren davranışlar çalışanı hem fiziksel hem de psikolojik açıdan olumsuz etkilerken; birey, işyeri ve toplum açısından ciddi sosyo-ekonomik zararlara yol açmaktadır.
Çalışma yaşamında işyeri düzenlemelerine aykırılık oluşturmadan çalışanın inanç hürriyetini yaşaması en doğal hakkıdır. Bu çerçevede İş K. M.5 de eşit davranma ilkesi çerçevesinde din ve mezhep benzeri sebeplere dayalı ayrımcılığı yasaklamıştır. Aynı şekilde İş K. M.18 de işçinin inanç özgürlüğünü yaşaması işveren tarafından haklı feshe konu edilememesi hükmü bulunmaktadır. Bir diğer taraftan baktığımızda TCK 122.m bağlamında bir ayrımcılık suçu oluşturmaktadır. AİHS çerçevesinde baktığımızda kişinin inanç özgürlüğünü ancak kamusal bazı nedenlerle sınırlandırılması ön görülmüştür. Yukarıda saydığımız maddeler bağlamında yapılan ihlallerde hem idari hem de adli birtakım yaptırımlar söz konusudur.
Bu yaptırımlar dışında iş yerlerinde ve kamusal alanda kişinin inanç özgürlüğü ve ibadet hürriyetini yaşamasındaki tüm önlemler kaldırılmalı ve hatta kişinin bu hürriyetlerini kolayca yaşamasının önü açılmalıdır. Bu tür özgürlüklerini yaşamak ve ibadetlerini yerine getirme gayreti içinde olan çalışanların işveren tarafından herhangi bir farklı muameleye tutulmaması gerekmektedir. Bunun için inanç ve ibadet özgürlüğünün yasal çerçevesi genişletilmelidir. İşveren ve işveren pozisyonunda bulunan devlet otoritesi sadece bu hakları tanıyan birer aygıt olmaktan çıkıp , bu hürriyetleri yaşamanın kanun tarafından korunmasının önünü açmalıdır.
21. yy. da bireylerin hem çalışma hayatına girişte hem de çalışma yaşamı içerisinde inanç, ibadet ve ifade özgürlüğü bağlamında herhangi bir ayrımcılığa ve psikolojik şiddete (mobbing) varan engellemelerle muhatap edilmesi son derece insanlık dışıdır.
2. Mobbingi Yasaklayıcı Yasal Düzenlemeler
2.1 Uluslararası Mevzuat Açısından
Mobbing ile hem ulusal hem de uluslararası alanda mücadele edilmektedir. Bu bağlamda baktığımızda gerek uluslararası gerekse ulusal hukuk metinlerinde çalışma yaşamının bu hastalığıyla mücadele edilmektedir. Özellikle İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı, ILO Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı gibi uluslararası hukuk metinlerinde buna ilişkin maddeler bulunmaktadır.
2.1.1. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 1, 2, 3, 5, 7, 12, 14 ve 22’nci maddeleri mobbinge ilişkin maddeleridir. Ancak bu maddeler mobbing konusunu doğrudan düzenlememekle beraber bireyin fiziksel bütünlüğünün korunmasının yanında ruh sağlığının da korunmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır.
Beyannamenin 1’inci maddesinde “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Bu madde de bireylerin onur ve haklar bakımından eşit doğduğunu ve bu hususta ayrımcılığa tabi tutulamayacağı belirtilmiştir.
Beyannamenin 2’nci maddesinde “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.” Bu madde de özellikle bireylerin bu bildirgede ilan olunan hakların kullanımında herhangi bir ayrım gözetilmeyeceği hüküm altına alınmıştır.
Beyannamenin 3’üncü maddesinde “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” Burada özellikle kişi güvenliğini mobbing bağlamında değerlendirildiğinde psikolojik şiddet gören çalışanların kişi güvenliği hakkı ihlali söz konusudur.
Beyannamenin 5’inci maddesinde “Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.” Bu hükümde özellikle “insanlık dışı, onur kırıcı” kelimelerinin altını çizmek istiyorum. Kişinin çalışma yaşamında gerek çalışma arkadaşları gerekse işvereni tarafından insanlık dışı, onur kırıcı muameleye maruz bırakılması bu madde çerçevesinde yasaktır.
Beyannamenin 22’nci maddesinde “Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası iş birliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.” Birey özgürce çalışmaya, sosyal güvenceye sahip olmaya onur ve kişiliğinin serbestçe geliştirme hakkı vardır. Bu hakkını kısıtlayıcı ve önleyici her türlü muamele yasaktır. Bu madde çalışan birey, çalışma yaşamında hem işyerinde gördüğü işle işyerinin gelişimine katkıda bulunurken, aynı zamanda kendi kişisel gelişimine de katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda bireyin çalışma yaşamında uğrayacağı mobbing sebebiyle “kişisel gelişimi” “sosyal güvence hakkı” engellenmektedir.
2.1.2. Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi
AB Temel Haklar Bildirgesi’nin 31’inci maddesinde “Her işçi, kendi sağlığı, emniyeti ve onuruna saygı gösteren çalışma koşullarından yararlanma hakkına sahiptir.” denilmiştir. Bu hükümden hareketle işçi kendi sağlığı özellikle de onuruna saygı gösteren koşullardan yararlanma, bu hakların kullanımına ilişkin herhangi bir kısıtlama yasaktır.
Bu bildirge bağlamında çıkartılan, İşyerinde Çalışanların Sağlık Ve Güvenliklerini İyileştirmeye Yönelik Tedbirler Alınmasına İlişkin 12 Haziran 1989 Tarih Ve 89/391/EEG Sayılı Konsey Direktifi’nde mobbinge ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu Direktifin amacı, işte işçilerin sağlık ve güvenliklerinin iyileştirilmesi için önlemler almaktır.
Direktifin 6’ncı maddesinde “İşveren, sorumlulukları çerçevesinde çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak, mesleki tehlikeleri önlemek, bilgilendirme, eğitim ve kurumsal gereklilikler için her türlü önlemi alacaktır.” denilmektedir.
2.1.3. ILO Sözleşmesi
ILO Sözleşmeleri Açısından Mobbing; İş ve işçi güvenliği açısından özel bir önem taşıyan ILO sözleşmelerinden özellikle 111 sayılı Sözleşme, 155 sayılı Sözleşme ve 161 sayılı Sözleşme, işyerinde karşılaşılan mobbing uygulamaları açısından önemlidir. Her üç sözleşme de Türkiye tarafından imzalanmış ve usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiştir.[1]
111 Sayılı ILO Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesinin 1’inci maddesinde “Bu sözleşme bakımından “Ayırım” deyimi ; Irk, renk, cinsiyet, din, siyasal inanç, ulusal veya sosyal menşe bakımından yapılan iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte tabi olunacak muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan her türlü ayrılık gözetme, ayrı tutma veya üstün tutmayı,” ifade etmektedir.Burada hem bir işe girmeyi hem de işte çalışmayı kapsamaktadır. İşte belirli bir ayrımcılığa tabi tutulmanın yanında işe girişte de aynı ayrımcılığa maruz bırakılmak açıkça yasaklanmıştır.
Yine aynı şekilde 155 ve 161 sayılı sözleşmelerde buna ilişkin düzenlemeler mevcuttur. Bu sözleşmelerde çalışanın yahut adayın “… fiziksel ve zihinsel sağlık koşullarını karşılayacak düzeyde, güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturmak ve bunu sürdürmek için gereksinimleri …” konusunda hükümler bulunmaktadır.
2.1.4. Avrupa Sosyal Şartı
En önemli insan hakları belgelerinden birini oluşturan Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin sosyal haklar açısından karşılığını oluşturmaktaysa da Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bu belge, bölgesel bir nitelik bir uluslararası belge taşımaktadır. Ancak Avrupa Sosyal Şartı’nın tüm maddelerini akit devletlerce kabulü öngörülmemiş olup, asgari kabul ve çekince öngörülmüştür. [2]
Avrupa Sosyal Şartı önsöz kısmında “Avrupa Konseyi’nin hedefinin kendilerinin ortak mirası olan ideal ve ilkelerin gerçekleştirilmesi ve korunması amacıyla üyeleri arasında daha güçlü bir birliğin sağlanması ve özellikle insan hakları ve temel özgürlüklerin gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesi yoluyla sosyal ve ekonomik gelişmenin kolaylaştırılması” belirtilmiş olup ayrıca Ayrımcılık Yasağı kısmında “Bu Şartta yer alan haklardan yararlanma ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, sağlık, ulusal bir azınlığa mensubiyet, doğum ya da başka statüler gibi nedenlere dayanan hiçbir ayrımcılığa tâbi olmaksızın sağlanacaktır.” denilmiştir.
2.2 Ulusal Mevzuat Açısından
2.2.1. T.C. Anayasası
Anayasada Mobbingle ilgili olarak direk hükümler mevcut olmamakla birlikte kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunmasına ilişkin olarak konulan ilgili hükümler açısından ele alınmalıdır.
Özellikle 5 ve 17’nci maddeler buna ilişkindir.
Anayasanın 5’inci maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” denilmektedir.
Bunun yanı sıra Anayasanın 17’nci maddesinde “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.”
Hem 5 hem de 17’nci maddede kişinin maddi ve manevi varlığının gelişmesi ve kötü muameleye tabi tutulması konusu işlenmiştir. Mobbing özelinde bir değerlendirme yapıldığında, ilgili maddelerle bu hususta anayasal düzeyde yasaklamaya gidilmiştir.
2.2.2 İş Kanunu
4857 sayılı İş Kanunun 5. ve 24’üncü maddeleri mobbinge ilişkin maddelerdir. Diğer mevzuatlarda olduğu gibi İş Kanunu’nda da mobbinge ilişkin ayrıca bir düzenleme bulunmamaktadır.
Kanunun 5’inci maddesinde “İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.” İşçi buna ilişkin herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulması durumunda derhal feshi hakkı bulunmaktadır.
Bir diğer taraftan ilgili kanunun 24’üncü maddesinde işçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı başlığında, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri başlığında yine mobbinge ilişkin ayrımcılığı yasaklayan hükümler bulunmaktadır.
2.2.3. Borçlar Hukuku
Ülkemizde mobbing mevzuatı ilk kez 04.02.2011 tarihinde yayınlanan 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu ile girmiştir. Mevzuatımıza ilk kez TBK ile giren psikolojik taciz ifadesi “İşçinin kişiliğinin korunması” başlığında düzenlenmiştir. Bu hükümle işçinin işyerindeki psikolojik tacizlere karşı hukuki güvence altına alınması konusunda önemli olan bir adım atılmıştır. İşverenin bu maddeye aykırı davranışları sonucu ortaya çıkan zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi tutulmuştur. [3]
TBK’da işçinin korunması başlığında 417’nci maddesinde yer alan düzenlemede “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür. İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” hükmü mevcuttur.
Buradan hareketle psikolojik taciz yani mobbing ilk kez mevzuatımıza girmiştir.
2.2.34Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu
TİHEK Kanunun 2’nci maddesinde yapılan tanımlamalarında “Taciz” başlığında “Psikolojik ve cinsel türleri de dâhil olmak üzere bu Kanunda sayılan temellerden birisine dayanılarak, insan onurunun çiğnenmesi amacını taşıyan veya böyle bir sonucu doğuran yıldırıcı, onur kırıcı, aşağılayıcı veya utandırıcı her türlü davranışı,” tanımlaması yapılmıştır.
Kanunun 4’üncü maddesinde ise Ayrımcılık Türlerinde “İşyerinde Yıldırma” başlığı bulunmaktadır. Ayrıca ilgili kanunun 6’ncı maddesinde “İşveren veya işveren tarafından yetkilendirilmiş kişi; işverenin çalışanı veya bu amaçla başvuran kişi, uygulamalı iş deneyimi edinmek üzere bir işyerinde bulunan veya bu amaçla başvuran kişi ve herhangi bir sıfatla çalışmak ya da uygulamalı iş deneyimi edinmek üzere işyeri veya iş ile ilgili olarak bilgi edinmek isteyen kişi aleyhine, bilgilenme, başvuru, seçim kriterleri, işe alım şartları ile çalışma ve çalışmanın sona ermesi süreçleri dâhil olmak üzere, işle ilgili süreçlerin hiçbirinde ayrımcılık yapamaz.” Buradan hareketle işyerine alınacak yahut istihdam edilmiş bireye karşı ayrımcılık yasaklanmıştır.
3. Çalışma Yaşamında İnanç Özgürlüğü İhlallerine İlişkin İzleme Raporları
Çalışma yaşamında inanç hürriyetinin ve ibadet özgürlüğünün hiçe sayıldığı ve bu sebeple bir takım psikolojik şiddete maruz bırakılan bireyler çeşitli kurum ve kuruluşlarca düzenlenen raporlara da yansımıştır. Bu hususta iki rapor göze çarpmaktadır.
3.1. Türkiye’de Din Veya İnanç Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu
2011 yılında yazılan bu raporda İstihdam alanında din veya inanç temelli ayrımcılıkla ilgili beş vakaya ulaşılmıştır. Bu vakaların dışında, araştırmacıların yaptığı görüşmelerde sık sık inançları sebebiyle işine son verilen kişilerden bahsedilmiştir.
Vakalardan en dikkat çekeni ise Güliz Sağlam ve Ferya Saygılıgil “Bölge” isimli belgeselleri ile yapılan röportajlarda alevi yurttaşlarımızın maruz bırakıldığı ayrımcı uygulamalardan bahsedilmiştir.
“Alevi işçilerin oruç tutmayınca dikkat çektiğini, bu işçilere Ramazan ayı boyunca çay ve öğle yemeği verilmediğini, oruç tutmayan işçilerin, oruç tutan işçilerin çalışma saatlerine uymak durumunda bırakıldıklarını, cuma namazı saatinde namaza giden işçiler yerine kadın işçiler ile Alevi erkek işçilerin daha çok çalıştırıldığını dile getirmişlerdir. Buradan hareket ederek, işçi sınıfının inançlarından ötürü ayrımcı pratiklerle yüz yüze kaldığını, işlerini kaybetme korkusuyla inançlarıyla ilgili ayrımcı uygulamalar karşısında da sessiz kaldığını eklemişlerdir”[4]
3.2 Hak Ve Eşitliğin Peşinde Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu
Norveç Dışişleri Bakanlığı destekli İnanç Özgürlüğü Girişimi[5], 2016-2019 yılları arasında Türkiye’deki İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu yayımlayarak, raporda hak ihlallerine ve ayrımcılık örneklerine yer vermiştir.
Özellikle çalışma yaşamına ilişkin olarak raporda şu metinler dikkat çekmektedir. “Din veya inançlarca önem atfedilen bayramların kutlanması ve özel istirahat günleriyle ilgili gereklerin yerine getirilmesi din veya inanç özgürlüğü hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’de dini bayram olarak sadece Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı resmî tatil günleri arasında sayılmaktadır. Ayrıca Hristiyanların genellikle ibadetleri için bir araya geldikleri pazar günleri hafta tatili günü sayılmaktadır. Türkiye’deki çeşitli Alevi grupları, Yahudiler, Hristiyanlar ve Bahailer açısından geçerli olan özel bayram ve dinlence günleri resmî tatil kapsamı içinde değildir.”[6]
Buradan hareketle özellikle Alevi gruplar, Yahudiler, Hristiyanlar ve Bahailer ’in çalışma yaşamlarında inanç özgürlüğü noktasında bir takım ayrımcılığa tabi tutulduğunu görmekteyiz.
4. Çalışma Yaşamında İnanç Özgürlüğü İhlallerine İlişkin Yargı Kararları
Çalışma yaşamında psikolojik şiddetin bir farklı boyutu ise çalışanlarının inanç özgürlükleri tanımaması, saygı duymaması ve ayrımcılığa tabi tutulmasıdır. Bu bağlamda bireylerin buna ilişkin uğradıkları mobbing birçok mahkemede dava konusu edilmiştir. Bu davalarda mağdurlara ilişkin farklı kararlar bulunmaktadır.
4.1 Uluslararası Yargı Kararlarında Çalışma Yaşamında “İnanç Özgürlüğü”
4.1.1. AİHM Kurtulmuş v. Türkiye Kararı
Ülkemizde çalışma yaşamında inanç özgürlüklerine ilişkin birçok ihlal bulunmaktadır. Bu konuda yaşanan ihlallerin bazıları uluslararası mahkemelerde dava konusu edilmiştir. Örneğin İstanbul Üniversitesinde başörtüyle derse girmek isteyen bir akademisyenin bu şekilde çalışmasına izin verilmeyerek bu konu üzerinden uzun bir süre mobbinge maruz bırakılmıştır. İHAM başvuran başvurucu, dönemin siyasi koşullarının da etkisiyle kabul edilemezlik kararıyla karşı karşıya kalmıştır.
İHAM’ın kabul edilemezlik kararında öğretim üyelerine uygulanan başörtüsü yasağını ele almıştır. Kurtulmuş v. Türkiye vakasındaki başvurucu İstanbul Üniversitesi’nde uzun yıllar başörtülü olarak görev yapan bir öğretim üyesidir.[7] 1998 yılında kılık kıyafete ilişkin kuralları ihlal ettiği gerekçisiyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmış ve başvurucuya değişik disiplin cezaları verilmiştir. Kurtulmuş’un üniversitede başörtüsü takmakta ısrar etmesi üzerine istifa etmiş sayıldığı kararlaştırılmıştır. İHAM laikliğin Türkiye’de kurucu bir ilke olduğunu, kamu hizmetinin tarafsızlığını ve laiklik ilkesinin uygulanmasını sağlamak amacıyla devletin herkes açısından bağlayıcı kurallar koyma yetkisinin bulunduğunu hatırlatarak olaydaki müdahalenin başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunmasına yönelik olduğunu ifade etmiştir.[8]
4.2 Ulusal Yargı Kararlarında Çalışma Yaşamında “İnanç Özgürlüğü”
4.2.1. Danıştay Kararı
Çalışma yaşamında inanç özgürlüğüne ilişkin yaşanan ihlallerin sebebi olan yönetmeliğin iptali için yapılan başvuruda Danıştay bu ihlallerin kanuni olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Başörtüsüyle derse giren bir akademisyenin uyarı cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin kararında, ilgili disiplin yönetmeliğinin kılık-kıyafet yönetmeliğine aykırı bir şekilde (başörtüsüyle) derse girmesini Atatürk İnkılap ve İlkeleri ile Anayasayla bağdaşmayan eylem olarak görmüştür.
Danıştay Sekizinci Dairenin bur kararına[9] konu olayda, İktisat Fakültesinde Doçent olan davacının uyarma cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin işlem ile dayanağı olan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin 5/g maddesinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Danıştay kararında, Anayasa hükümlerinden bahisle, öğrencilerle ilgili olsa da Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında kamusal alanda başın kapalı olmasının Devletin temel ilkeleriyle örtüşmediğinin vurgulandığını, Anayasanın açık buyruğu uyarınca Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı niteliğinde de kuşku olmadığını, bu bağlamda, devlet memurlarının ve kamu görevlilerinin kılık ve kıyafetinin, Anayasanın 174. maddesiyle anayasal güvence altına alınan devrim yasalarına, T.C. Anayasasının ilke ve kurallarına, Cumhuriyetin özgün niteliklerine uygun olması gerektiğinin kuşkusu olduğunu, devletin asli ve sürekli görevlerini yürüten memur ve kamu görevlilerinin Atatürk İnkılapları ve İlkelerini benimsemiş ve bu ilkeler doğrultusunda davranan kişiler olması gerektiğini, dolayısıyla, Atatürk İnkılap ve İlkeleri ile Anayasamızın temel buyruklarını esas alan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinin iptali istenen 5/g maddesinde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir.[10]
4.2.2 Yargıtay Kararı
4.2.2.1 Hac Kararı
Davacı öğretmenin hacca gitme imkanını elde ettiği ve bu ibadet zamanının okulların açık olduğu döneme isabet etmesi nedeniyle iş görme edimini uzun bir süre yerine getiremeyeceği açık olup işyerinde 15 yıllık kıdemi bulunan davacıya bu ibadetini ifası için izin verilmemesi, işverenin işçiyi gözetme borcu gereği, işçinin kişiliğinin, özel yaşamının, sağlığının, bedensel ve ruhsal bütünlüğünün, ahlaki değerlerinin korunmasını da içerdiği dikkate alındığında, işçinin rapor alarak hacca gitmesinin işverene haklı fesih olanağı tanıyacağının kabulü mümkün görülmemektedir. İlk derece mahkemesince davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalı olmuştur.[11]
Kararın gerekçe kısmında “Davacı öğretmenin hacca gitme imkanını elde ettiği ve bu ibadet zamanının okulların açık olduğu döneme isabet etmesi nedeniyle iş görme edimini uzun bir süre yerine getiremeyeceği açık olup işyerinde 15 yıllık kıdemi bulunan davacıya bu ibadetini ifası için izin verilmemesi, işverenin işçiyi gözetme borcu gereği, işçinin kişiliğinin, özel yaşamının, sağlığının, bedensel ve ruhsal bütünlüğünün, ahlaki değerlerinin korunmasını da içerdiği dikkate alındığında, işçinin rapor alarak hacca gitmesinin işverene haklı fesih olanağı tanıyacağının kabulü mümkün görülmemektedir. İlk derece mahkemesince davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalı olmuştur.”
4.2.2.2 İşyerinde Sakal Bırakma
2011 yılında katılım bankasında işe giren bir kişinin 2015 yılında sakal bırakarak işe gitmesi sonucu, insan kaynakları tarafından uyarıldığı ve ikinci kez tekrarlaması sonucu iş akdinin sonlandırıldığı görülmüştür. Yerel mahkemece iş akdinin haksız yere sonlandırıldığına karar verilmesine karşın Yargıtay ise feshi geçerli görmüştür.
YARGITAY 9. Hukuk Dairesi 21.12.2017 tarihli kararında[12] “Davacı 07/02/2011 tarihinden itibaren arge bilgi teknolojileri bölümünde proje yöneticisi olarak çalıştığını, davacının başka bir kurumda çok daha yüksek maaşla çalışabilecek iken, davalı şirketin katılım bankası olması sebebiyle İslami yaşayış tarzına müsaade etmesi ve rahatça dini vecibelerini yerine getirebilmesinden dolayı bu bankada çalışmaya başladığını, davalı şirkette “Danışma Kurulu” adında bir kurul bulunduğunu, kurulun görevinin, bankada çıkan herhangi bir ürünün yada uygulamanın dinen uygun olup olmadığına karar vermek olduğunu, davacının 2015 yılı Ekim ayından itibaren kurumda yasak olmaması ve dini inanışı gereği sakal bırakmış olduğunu ve düzenli olarak günlük bakımını yaptığını, sakal bırakmanın kurumda yasak olduğu ile ilgili herhangi bir iş kıyafeti yönetmeliği bulunmadığını, şirket çalışanlarından H.Ö.G’nin sakal bırakmanın yasak olup olmadığı, iş kıyafeti uygulama esaslarında sakalın günlük olarak kesilmesi ile ilgili maddenin kaldırılması gerektiği konusundaki sorusu üzerine, danışma kurulu murakabe birimi tarafından verilen 28/11/2014-9 tarih/sayılı kararda “insan kaynakları biriminin ilgili iş kıyafeti uygulama esasları içerisinde yer alan söz konusu maddenin çıkarılmasını tavsiye eder. Bu tavsiye kararı, insanların özgür seçimlerine saygı duyulması gerektiği göz önünde bulundurularak alınmıştır.” denildiğini, davalı bankanın insan kaynakları tarafından 30/11/2015 tarihinde İş Kıyafet Yönetmeliğine aykırı tutumlar konulu uyarı maili atıldığını ve davacının savunmasının istenildiğini, davacının 04/12/2015 tarihindeki cevabı üzerine, 07/01/2016 tarihinde davacıya “saç ve sakal traşı yapılması gerekliliği” şeklinde ikinci bir yazılı uyarıda bulunulduğunu, müvekkilinin süresi içerisinde yaptığı savunma sonrasında 09/02/2016 tarihide davalı bankanın haksız ve hukuka aykırı olarak davacının iş sözleşmesini feshettiğini, bankada bordrolu olarak çalışan danışma kurulu çalışanlarından bazılarının sakallı olduğunu, işyerinde bazılarının sakal bırakıp, bazılarına yasak olması, işyeri yönetmeliğine, eşitliğe, adalete ve insan haklarına aykırı olduğunu beyan ederek, davacının iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine, tazminat ile boşta geçen süre ücretine karar verilmesini talep etmiştir.
Bunun üzerine yerel mahkeme kararında “Mahkemece, davacının iş sözleşmesinin davalı tarafından davacının davranışlarından dolayı (dini vecibeleri gereği sakal bırakması) nedeniyle feshedilmiş ise de, davacının başka bir kurumda çalışabilecek iken, davalı şirketin katılım bankası olması sebebiyle İslami yaşayış tarzına müsaade etmesi ve rahatça dini vecibelerini yerine getirebilmesinden dolayı bu bankada çalışmayı tercih ettiği, iş sözleşmesinde sakal bırakamayacağına dair bir düzenlemenin bulunmadığı, davacının 2015 yılı Ekim ayından itibaren kurumda yasak olmaması ve dini inanışı gereği sakal bıraktığı, davalı bankanın katılım bankası olması da dikkate alındığında davacının sakal bırakmasının davalı bankaya maddi veya manevi herhangi bir zarar da veremeyeceği gerekçesiyle davalı tarafından yapılan fesih işleminin geçerli olmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.”
İşverenin, işçinin kişilik haklarından olan, dış görümü ve kıyafetine ilişkin düzenleme yapma ve talimat verme yetkisinin sınırlarının belirlenmesinde diğer tüm özgürlüklerde olduğu gibi, ölçülülük ilkesi esas alınacak olup, haklı ve meşru amaçlar ile işletmenin ve işin gereklerine dayandırmak ve ölçülü olmak koşuluyla işçinin işyerindeki giyimi, kuşamı ve dış görüntüsü ile ilgili talimat verme yetkisine sahip olduğu kabul edilmelidir. Somut olayda olduğu üzere işçinin sakal bırakma gibi dış görünüşüne ilişkin bir unsurun aynı zamanda dini bir sembol olduğu durumlarda işçinin inanç özgürlüğü ile işverenin talimat verme yetkisi karşı karşıya gelmektedir.[13]
Yargıtay kararında “Taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde sakal bırakmanın yasak olduğuna ilişkin açık bir düzenleme bulunmasa da, iş sözleşmesinin “Özel Şartlar” 11/b maddesinde; “işçi, işyerinde çalışma mevzuatı ve işveren tarafından çıkartılmış ve çıkartılacak yönetmelik, genelge, sirküler talimat vb. gibi düzenlemelere uymayı kabul ve taahhüt eder” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Davacının da kabulünde olduğu gibi 23.11.2015 tarihinde yapılan duyuru ile sakal bırakma yasağının bulunduğu çalışanlara bildirilmiş, davacı bildirime ve kendisine yapılan iki uyarıya rağmen sakal bırakmaya devam etmiş olup, davacının bu davranışı nedeniyle iş ilişkisinin olumsuz bir şekilde etkileneceği ve iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından önemli ve makul ölçüler içinde beklenemeyeceği anlaşıldığından, feshin geçerli nedene dayandığının kabulü ile davanın reddi yerine yanılgılı değerlendirme ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
5. Çalışma Yaşamında İnanç Özgürlüğü İhlallerine İdari Karar
5.1. TİHEK’in Türban Kararı
Çalışma yaşamında inanç özgürlüklerine ilişkin bir ihlal kararı da TİHRK tarafından verilmiştir. TİHEK, bir kariyer sitesine verdiği iş ilanında aradıkları çalışanın “türbanlı olmaması” şartı koyan yayınevine, ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle 3 bin lira idari para cezası verilmesine hükmetmiştir. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), bir kariyer sitesine verdiği iş ilanında aradıkları çalışanın “türbanlı olmamasını” belirten yayınevine, ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle 3 bin lira idari para cezası vermiştir.
Muhasebe ve finans bölümüne personel alımı yapmak isteyen yayınevi tarafından bir kariyer sitesine iş ilanı verip İlanda, “Erkek adayların ve türbanlı adayların CV’leri dikkate alınmayacaktır. Önemle belirtiriz.” İfadesine yer vermektedir.
İş ilanında, başörtülü kadınların başvurularının dikkate alınmayacağı yönündeki ifadeler nedeniyle gösterilen tepkilere cevap TİHEK tarafından verilmiştir. TİHEK, ayrımcılık yasağının ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nda yer alan hüküm gereğince konuya ilişkin re ‘sen inceleme başlatıp, yayınevi, internet sitesi ile ilanı hazırlayan çalışanın konuya ilişkin beyanlarına müracaat etmiştir.
Yapılan inceme ve değerlendirmelerin ardından Kurum, aynı Kanunun 3. maddesinde yer alan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine hükmedip, inanç ve cinsiyet temellerinde ayrımcılık yasağının ihlali nedeniyle yayınevine 3 bin, ilanın yayınlandığı internet sitesine de bin lira idari para cezası verilmesini kararlaştırmıştır.
TİHEK Kararında[14] “Somut olayda yer alan iş ilanında belirli bir cinsiyetin (erkek adayların) başvurularının değerlendirilmeyeceği ve bununla birlikte başörtülü adaylarında ilanlarının dikkate alınmayacağı şeklindeki ibare, ayrımcılık yasağı ihlalinin doğrudan ayrımcılık biçiminde yapılması olarak değerlendirilmektedir. Mezkûr ilanın 4 Haziran 2018 ila 24 Haziran 2018 tarihleri arasında yirmi gün süresince yayında kaldığı ve bu süre içerisinde ilanın kontrol edilip yayından kaldırılmadığı, ayrımcı ifadeler nedeniyle iş başvurusunda bulunmayan ya da özgeçmişini göndermekten imtina etmiş kişilerin bulunabileceği, bu çerçevede ayrımcılık içeren ifadeler ile ilanın yirmi gün süresince yayında kalmış olmasında muhatapların ilan içeriğinin kontrol edilmesinde ve denetiminde ihmallerinin bulunduğu kanısına ulaşılmıştır. Resen inceleme konusu somut olay ilgili mevzuat ışığında değerlendirildiğinde, AİHS’in 14. maddesi, Anayasa’nın 10. maddesi ve 6701 sayılı Kanunun 3. maddesi kapsamında düzenlenen ayrımcılık yasağının cinsiyet ve inanç temellerine dayalı olarak ihlali niteliği taşıdığı kanaatine varılmıştır.”
6. Sonuç Yerine
6.1.İşyerlerinde Psikolojik Tacizin Önlenmesine Yönelik Öneriler [15]
İşyerlerinde psikolojik tacize karşı bireysel ve işletme bazında bazı önlemler almak mümkündür.
6.1.1. Bireysel mücadele önerileri
(1) İşyerlerinde psikolojik tacize maruz kaldığını düşünen kişi öncelikle içinde bulunduğu durumu sağlıklı bir şekilde değerlendirmelidir.
(2) Kişi yaşanılan sürecin işyerinde psikolojik taciz olduğu yönünde kanaate varırsa aşağıda belirtilen hususlara dikkat etmelidir.
• Kişi, öncelikle çatışmadan kaçınılmalı ve sakin olmaya gayret etmelidir.
• Psikolojik taciz üst yönetim tarafından gerçekleştirilmiyorsa konuyu üst yönetime uygun bir şekilde iletmelidir.
• Psikolojik tacize uğradığını kanıtlayacak yazışma, not, mesaj, e-posta gibi bilgi ve belgeleri saklamalıdır.
• Yaşanılan psikolojik taciz sürecine ilişkin günlük tutmalıdır.
• Yaşanılan sürece şahit olan/ olabilecek çalışma arkadaşları ile görüşmelidir.
• Kişi, üyesi olduğu sendikadan destek talep etmelidir.
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İletişim Merkezi Alo 170’i arayarak, işyerlerinde psikolojik taciz konusunda uzman psikologlardan destek almalıdır.
• Kişi, ihtiyaç duyduğunda tıbbi ve hukuki destek almalıdır.
• İşyerlerinde psikolojik tacize maruz kalan kişi sorunu işyerinde çözemediği takdirde konuyu yargıya taşımalıdır.
6.1.2. Kurumsal mücadele önerileri
1) İşyerlerinin sektörel farklılıkları, nitelik ve nicelik itibariyle farklı özelliklere sahip olması ve farklı üretim yöntemleri kullanarak faaliyetlerini sürdürüyor olmaları nedeniyle psikolojik tacizle mücadele yönetmeleri farklılık gösterir.
2) İşyerleri, işyerinde psikolojik tacizin unsurlarının ortaya çıkması halinde, konu hakkında bilgi sahibi olmalı ve kurumsal yapılarını bu tür uygulamalara karşı koruma altına almalıdır ki kamuoyundaki itibarları ve marka değerleri zarara uğramasın.
3) Psikolojik tacizin işyerlerinde yaşanmaması ve/ veya önlenmesi için aşağıda belirtilen tedbirleri öncelikle hayata geçirilmelidir.
• İşyerleri, psikolojik tacizi önleyici politikalar geliştirmelidir.
• İşyerlerinde psikolojik taciz konusunda tehlikeleri anlatan broşürler dağıtılmalı, işçilere ve yöneticilere yönelik eğitim ve bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır.
• İşyerleri, kendi işletme yapısına uygun olarak, psikolojik taciz olaylarının incelenmesi için yöntemler geliştirmeli, işyerinde psikolojik tacize teşebbüs eden kişiler için disiplin cezaları ve rehabilitasyon önlemleri almalıdır.
• İşyerlerinde psikolojik taciz şikâyetleri dikkate alınmalı ve adil çözüm yolları geliştirilmelidir.
• İşyerlerinde psikolojik tacizi önlemek için alınacak tedbirlerde, bu yöndeki iddiaların araştırılması ve soruşturulmasında “gizliliğin korunmasına” özel hassasiyet gösterilmelidir.
• Toplu iş sözleşmesi, iş sözleşmesi veya işyeri yönetmeliklerine konuyla ilgili hükümler konulmalıdır.
[1] İLO Sözleşmeleri Açısından Mobbing, Erişim Tarihi: Kasım 24, 2019, https://mobbingsozluk.com/ilo-sozlesmeleri-acisindan-mobbing.html
[2] Tutar Ve Uslu, Mobbing Hukuku, 261. Ayrıca Bakınız; Murat Şen, Türkiye Cumhuriyeti’nin Onayladığı İş Ve Sosyal Güvenlik Hukuku Alanındaki Çok Taraflı Uluslararası Sözleşmeler, (Ankara: Tühis Yayın No:41,2003),
[3] Tutar Ve Uslu, Mobbing Hukuku, 171
[4] Ergün Kayabaş Özgür Ve Mehmet Kütküt, “Türkiye’de Din Veya İnanç Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu,” (İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama Ve Araştırma Merkezi Yayınları, 2011), 23
[5] Norveç Helsinki Komitesi’nin bir projesidir ve Norveç Dışişleri Bakanlığı tarafından desteklenmektedir. Norveç Helsinki Komitesi (Norwegian Helsinki Committee – NHC0) merkezi Oslo’da bulunan ve insan haklarının uygulamada korunmasını sağlamak amacıyla 1977 yılından beri çalısan bir sivil toplum kuruluşudur. Bu amaçla izleme ve raporlama, eğitim faaliyetleri gerçekleştirir ve demokratik yapıları destekler. NHC’nin çalışmaları Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı kapsamında kabul edilmiş insan hakları belgelerini temel alır. Orta Asya da dahil olmak üzere birçok ülkede projeler yürütmektedir.
[6]İnanç Özgürlüğü Girişimi, Hak Ve Eşitliğin Peşinde Türkiye’de İnanç Özgürlüğü Hakkını İzleme Raporu Ocak 2016- Mart 2019, Erişim Tarihi: Kasım 30, 2019, https://inancozgurlugugirisimi.org/wp-content/uploads/2019/07/report_turkey_web.pdf
[7] İHAM, Kurtulmuş V. Türkiye, 65500/01, 24.01.2006. (Kabul Edilemezlik Kararı).
[8] Türkiye Barolar Birliği, İnsan Hakları Merkezi Türkiye’de Din Ve Vicdan Özgürlüğü: Sorunlar, Tespitler Ve Çözüm Önerileri, (Ankara, Türkiye Barolar Birliği Yayınları : 313, 2016), 85
[9] Danıştay Sekizinci Dairesi, E: 2002/2543, K: 2002/4767, K.T.: 15.10.2002
[10] Özlem Erdem Karahanoğulları, “Danıştay Kararlarında Din, Vicdan Ve Düşünce Özgürlüğü” (Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi Kapsamında Düzenlenen “Din, Vicdan Ve Düşünce Özgürlüğü”, “İfade Özgürlüğü” Ve “Toplantı Ve Dernek Kurma Özgürlüğü” Konulu Yuvarlak Masada Sunulmuştur, Ankara, Aralık1- 3 Aralık 2010) Erişim Tarihi; Kasım 30, 2019 https://www.anayasa.gov.tr/media/3622/karahanogullaridinozgurlugu.pdf
[11] Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2014/664 Karar No. 2014/4313 Tarihi: 12.02.2014, Erişim Tarihi; Kasım 30, 2019 http://www.calismatoplum.org/sayi45/xyz/7_40.pdf
[12]Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Esas Numarası: 2016/32606 Karar Numarası: 2017/21996 Karar Tarihi: 21.12.2017 Legalbank, Elektronik Hukuk Bankası, Erişim Tarihi: Kasım 30, 2019 https://proxy.uludag.deep-knowledge.net/musesessionıd=0212zsww0/museprotocol=https/musehost=legalbank.net/musepath/belge/y-9-hd-e-2016-32606-k-2017-21996-t-21-12-2017/3008103/
[13] Dilek Dulay Yangın, “İşyerinde Dini Sembollerin Kullanımı Karar İncelemesi,” Çalışma ve Toplum Dergisi, no 3 (2019): 2058.
[14] TİHEK, Türkiye İnsan Hakları Ve Eşitlik Kurumu Kurul Kararı, Tarih: 15.10.2018 / 62, Karar Nosu : 2018 / 97, Erişim Tarihi: Kasım 30, 2019 https://www.tihek.gov.tr/upload/file_editor/2019/06/1560779685.pdf
[15]Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü, “İşyerlerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) Bilgilendirme Rehberi” (Ankara, MTR Medya 2014), 21-22.
Mustafa Gümüş Hukuk Fakültesi mezunu olup ayrıca Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde İş Hukuku alanında tezli yüksek lisansını tamamladı. Ankara Barosuna kayıtlı olup Ankara'da serbest avukatlık yapmaktadır. Litai Hukuk Bürosunun kurucu avukatlarındandır. 2022 yılında Bursa Barosu’nun düzenlediği Adalet, Hukuk ve Demokrasi konulu makale yarışmasında “Bir Kutlu Yürüyüş” başlıklı makalesiyle ikinci oldu. Hukuk alanında yazdığı yazılarını bu platform altında yayınlamaktadır.