Suriye’de başlayan halk hareketi, birinci yılını geride bıraktı. BM’ye göre 9,000’den fazla insan hayatını kaybetti ve yapısal sorunlara kalıcı çözümler bulunmadan olayların sona ermesi imkânsız gibi. Ülkede yaşanan istikrarsızlık ve rejimin sivillere uyguladığı baskı ve şiddet uygulamaları her geçen gün artmaktayken dün açıklanan bir gelişme, soruna yeni bir boyut getirdi: Esad yönetimi, BM ve Arap Birliği’nin önerdiği ve Kofi Annan’ın temsilciliğinde yürütülen barış planını kabul ettiğini açıkladı.
Plana göre Şam yönetimi halkın meşru istek ve kaygılarına yanıt vermek için başlatılacak olan süreçte Annan’la işbirliği yapacak. Bu bağlamda kuşatma altındaki bölgelerden askeri birlikler ve ağır silahlar çekilecek, çatışma bölgelerine insani yardımın ulaştırılması için günde iki saat ateşkes yapılacak, keyfi tutuklamalar sınırlandırılacak ve mevcut tutukluların salıverilmesi işlemleri hızlandırılacaktır.
Esad rejiminin bu planı kabul etmesi, ilk bakışta Suriye’deki istikrarsızlığı ortadan kaldırmak için önemli bir adım gibi gözükmekte ya da gösterilmek istenmektedir.
Ben ise burada özellikle iki noktayı vurgulayarak, Esad yönetiminin attığı bu adımın içi boş bir adım olduğunu düşünüyorum.
SAMİMİYET TESTİ
İlk olarak, Suriye’de yaşanan çatışmaların geri planına bakıldığında, Esad’ın soruna çözüm bulmak için yapılan işbirliği girişimlerine yönelik sicili ortadadır.
Olaylar yeni başladığında ve daha ülke geneline yayılmadığı bir dönemde Türkiye, Suriye yönetimiyle olan iyi ilişkilerinden hareketle, olayların ulaşabileceği nokta konusunda Esad yönetimini dostane bir şekilde uyarmıştı.
(Ankara’nın Şam yönetimiyle bağlarını koparmak yerine, uyarı ve görüşlerini başta Başbakan ve Dışişleri Bakanı olmak üzere farklı kanallar üzerinden defalarca yaptığını belirtmek gerekir.)
Beşar Esad ise her görüşmede, Ankara’nın uyarılarını dinlemiş ve gerekli adımları atacağı sözünü vermişti.
Gerçekten de Esad yönetimi, o dönemde atacağı küçük adımlarla bile, olayların büyümesini önleyebilir ve Suriye’nin demokratik dönüşümünün en önemli mimarı olabilirdi. Ancak süreç beklendiği gibi gerçekleşmedi. Esad görüşmelerde kabul ettiği hiçbir adımı atmadı ve tam aksine halka karşı baskı ve şiddeti artırdı.
Esad yönetimi aynı politikayı Arap Birliği’ne karşı da uyguladı ve Arap Birliği ile yaptığı görüşmelerde bazı konularda anlaşmasına rağmen şiddeti sona erdirmeyi değil; arttırmayı tercih etti.
Esad rejiminin gerek Türkiye gerekse Arap Birliği ile yaptığı görüşmeler sonrasında geçirdiği samimiyet sınavından başarısızlıkla çıkması, Türkiye ve Arap Birliği’nin yaptırımlarını kaçınılmaz kıldı.
Nitekim 2011’in sonuna doğru gelindiğinde Suriye en önemli bölgesel desteği olan Türkiye’yi kaybetmiş ve Arap Birliği üyeliği askıya alınarak çeşitli ekonomik yaptırımlara maruz kalmıştır.
ZAMANLAMA
Dikkat çekmek istediğim ikinci husus, Beşar Esad’ın Arap Birliği ve BM özel temsilcisi Annan’ın önerdiği planı kabul etmesinin zamanlamasıdır.
Şam yönetimine yaptırım uygulamak için bir BM Güvenlik Konseyi kararı almak, Rusya ve Çin’in muhalefeti nedeniyle mümkün olmamıştı.
Buna rağmen, Esad rejimi üzerindeki baskı artmaktaydı. Zira ülke içindeki muhalifler etkilerini arttırmaya başlamış; bölge ülkeleri tepkilerini daha yüksek sesle ve daha etkili bir şekilde dile getirmeye başlamış ve başta ABD ve AB üyeleri olmak üzere uluslararası bir çok ülke, yaşanan istikrarsızlığa son vermeye yönelik daha etkili önlemler alınması gerektiğini söylemeye başlamıştı.
Bu noktada, Güney Kore’de 26-27 Mart tarihlerinde gerçekleşen Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde Devlet ve Hükümet başkanlarının en önemli gündem maddelerinden birisi de nükleer konuların yanı sıra Suriye olmuştu. Bu zirve, nükleer silahların yayılması konusunda yoğunlaşsa da Suriye konusundaki yol haritasının nasıl şekilleneceğine yönelik önemli bir platformdu.
Güney Kore’deki zirveyle aynı tarihlerde İstanbul’da Suriyeli muhalif grupların toplantısı yapılmaktaydı. Bu toplantıda Suriye muhalefeti, en önemli eksiklikleri olan tek bir çatı altında etkili bir örgütlenme sağlamaya çalışacaktı.
Son olarak 1 Nisan’da da İstanbul’da gerçekleştirilecek olan Suriye’nin Dostları konferansında, Esad rejiminin politikalarına karşı şimdiye kadar alınmamış en etkili kararların çıkabileceği beklenmekteydi.
Dolayısıyla Esad’ın Annan’ın aracılık ettiği barış planını kabul etmedeki zamanlaması, bu üç gelişmeden bağımsız olarak düşünülemez.
Vurguladığım iki husustan hareketle bir değerlendirme yapmak gerekirse, Esad’ın bu planı kabul etmesi, planı uygulayacağı anlamına gelmemelidir.
Son bir yılda yapılan görüşmeler ve bu görüşmelerde verilen hiçbir söze uyulmaması, zaten Esad rejimine yönelik beklentilerin düşük olmasına neden olmaktadır.
Kaldı ki bu sözlere uyulsa ve plan başarılı bir şekilde uygulansa bile 9,000 insanın hayatını kaybettiği gerçeği gün gibi ortadadır ve Esad yönetimindeki bir Suriye’de bu olayların izlerini silmek kısa vadede oldukça zordur.
Sonuç olarak, bu barış planının kabulü, daha ziyade Esad üzerindeki baskıyı azaltmaya ve zaman kazanmaya yönelik taktik bir hamleye benzemektedir ve bu değerlendirmemin doğruluğu veya yanlışlığı çok da uzun olmayan bir süre içinde ortaya çıkacaktır…
Yrd. Doç. Dr. Ferhat Pirinççi
Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Johnie
31/03/2017 at 04:49
Whoever wrote this, you know how to make a good arltice.