İran küresel ve bölgesel ölçekte farklı duruşuyla ve kritik jeostratejik, jeopolitik konumu bakımıyla dünya siyasetinde geçmişten günümüze önemli bir faktör olmuştur. Bölgesel ve küresel güç dengeleri açısından son zamanlarda daha farklı bir noktada bulunan İran, ülkemiz açısından da ihmal edilemeyecek önemde bir ülkedir. Fakat İran ile ikili ilişkilere bakıldığında kamuoyunun ikiye bölünmüş vaziyette olduğu görülür. Zira Türk halkının önemli bir kesimi İran’a olumlu bakarken yine azımsanmayacak bir kesimi de İran’ı tehlikeli bir ülke olarak addetmekte ve İran ile olan ilişkilerin belli bir sınırda olması gerektiğini savunmaktadır. Ancak kamuoyu İran’ı bu şekilde algılasa da bu denli bir bölünme aslında Aryenler toprağının ülkemiz açısından birçok konu da “fırsat” niteliğini barındırdığı gerçeğini değiştiremez. Çünkü İran’ı tarihsel süreç içerisinde değerlendirdiğimizde aslında var olan algının kendi iç meselelerimizden büyük oranda etkilendiği ve aslında İran ile olan ilişkilerimizin iç endişelerimizin gölgesinde olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu varsayım dikkate alındığında rahatlıkla İran ile ilişkilerimizin endişeler ve ön yargılar içerisinde kaldığını ve İran’ın değerlendirilemeyen ve ihmal edilmemesi gereken önemli bir fırsat olduğu tezini öne sürebiliriz.
Bu tez uzun süredir uyguladığımız entegre dış politika stratejisiyle ve dış ilişkilerde ki paradigmalarımızla da çelişmemektedir. Bununla birlikte bölgesel ve küresel hedeflerimizi değerlendirdiğimizde ve İran ile ortak değerlerimiz incelendiğinde bu tezin doğruluğu bir kez daha gösterilmiş olunacaktır.
İran ile ikili ilişkilerimiz incelendiğinde bu ilişkilerde büyük oranda rejim korkusu öne çıkar. Yakın tarihimizde yaşanılan olaylar da buna delil olarak gösterilebilir. Bakeri krizi aslında Türkiye’nin bu korkusunun İran tarafından somutlaştırılmış halidir. Ancak bu olay üzerinden İran siyasetini değerlendirmek fazlasıyla subjektif olup bizleri yanlış yönlendirebilir. Bakeri krizinde İran’ın böyle bir tavır takınmasına şaşırmamak gerekir. Çünkü İran’ın İslam devrimi sonrasında rejimini korumak ve yaymak istemesi aslında teokratik rejimlerin bir ürünüdür. Olayları bu çerçevede değerlendirip rejimimizi korku cumhuriyetine çevirmek yanlış bir adım olacaktır. Bu tür olaylarda rejimin dinamiklerinin toplumsal ayağı kontrol edilmeli ve rejim tecanüs içerisinde uygulanan politikalarla sağlamlaştırılmalıdır. Çünkü rejime yönelik saldırılar diploma tik ilişkiler kesilse de gayrimeşru yollardan devam edecektir. Bu aslında devletçe dostluğun da bir tür izahıdır. Ne kadar müttefik olursanız olun, birbiriniz için ne kadar önemli olursanız olun birbirinize karşı daima politik oyunlar içerisinde olursunuz. Bu aslında yeni dünya düzeninin bir gereğidir.
Bakeri krizini Türkiye açısından incelediğimizde de aslında hem Türkiye’deki aşırı rejim koruma içgüdüsüne sahip insanların aşırı tepkisi görülecek hem de iç siyasette çözümlenmesi gereken ve aslında dikkatli davranıldığında basit korkulardan öteye gitmeyecek olan olayların dış politikaya etkisi görülecektir. Nitekim İran ile olan ilişkilerde çoğu zaman bu etkiden söz edebilmek mümkündür. Bu duruma başka bir örnek ise Dr. Musaddık dönemindeki petrol devletleştirmesine karşı takındığımız tavırdır. O dönem komünizme karşı olan küresel mücadele içerisinde yer almamız aslında bazı önemli fırsatları görebilmemizin önüne geçmiştir. İran ile olan ilişkilerimiz o dönem içerisinde de ilerlememiş hatta önemli ölçüde gerilemiştir.
İran ile olan ilişkilerimizde aslında kendi iç sorunlarımızı iç siyasette bırakırsak önemli ölçüde ilerleme sağlayabilir ve İran fırsatlarını değerlendirebiliriz. Bu duruma en iyi örnek olarak Ak parti hükümeti döneminin orta evresi gösterilebilinir. Bu dönem analiz edildiğinde özellikle İslam tehdidi ve terör meseleleri ikili ilişkilerde farklı bir kefede tutulmuş ve ilişkilerde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Her ne kadar son dönemlerde terör ve Suriye konularında karşı karşıya gelinse de Türkiye politik bir alternatif açısından İran’ı kaybetmemeli ve İran ile olan ilişkilerini genişletmelidir.
Çünkü İran küresel siyasette ciddi manada Türkiye’nin rolünü arttırabilecek bir ülkedir. Özellikle nükleer müzakereler hususunda İran’ın batı ile iletişimi noktasında Türkiye aktif olur, angajman siyaseti izlerse bu durum sağlanacak ve Türkiye’nin bölgesel sorunlarla da olan ilgisi bir kez daha ispatlanmış olacaktır.
Bu meselede Türkiye çok yönlü dış politika taktiği çerçevesinde İran’ın nükleer silah üretmesinin karşısında durmalı ancak yaptırım yapılmasında da daha isteksiz, statik bir yol izlemelidir. Türkiye nükleer silah üreten bazı ülkelere de dikkat çekmeli ve yaptırımın bu çerçevede ele alınması gerektiğini savunmalıdır. Böylece Türkiye hem evrensel barış ve küresel güvenlik açısından dinamik bir siyaset izlemiş olacak hem de diplomasi trafiğini Ankara merkezi üzerinde kurma yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. Ayrıca bu tarafsız tutumdan dolayı İran ile de ilişkiler gerilmeyecektir.
İran ile ilişkilerimizde kamuoyunu etkileyen diğer bir husus ise Osmanlı dönemindeki gerginliklerdir. Casusluk olayları, savaşlar, bozulan antlaşmalar başta olmak üzere İran ile nice gerginlikler yaşanmış ve haliyle bu gerginlikler toplumun bilinçaltında önemli yer tutmuştur. Ancak bu gerginlikten de bizleri yine tarihin tozlu sayfaları kurtarmalı ve Irakeyn’in batısına hakim olduğumuz dönemler yad edilmelidir. Unutulmamalıdır ki biz Türkler aslında İran’a da, İranlılara da uzak değiliz. İran kültürü her rengiyle aslında bizlere de hitap edebiliyor. Tebriz, İsfahan bu iddianın en büyük delili. Ayrıca İran ile farklı mezheplerden de olsak -ki İran’da yaklaşık 7 milyon Sünni de var- din kardeşliği ve İranlıların takdire şayan derecedeki farklılıklar ile yaşayabilme beceresi bizlerin İran çekincesini törpüleyebilecek başka bir etken olabilir. Kaldı ki İslam alemi oldukça sıkıntılı dönemler geçirirken iki güçlü Müslüman ülkenin mezhep ayrımı yapması telafi edilemeyecek bir hatadır.
Bunlarla birlikte İran ile olan ilişkiler geliştiğinde; ülkemizin mezhepçilik yapmadığı gösterilecek ve aslında Ortadoğu’da entegrasyonu sağlayabilecek bir güç olduğu algısını oluşturmakta da önemli bir adım atılmış olunacaktır. Bunlarla birlikte İran özellikle bazı alanlarda ticaret adamlarımız içinde önemli bir fırsat olacaktır. İran’daki tüketici potansiyeline bakıldığında bu durum daha iyi anlaşılabilir.
Bu şartlar altında İran ile olan ilişkiler muhakkak geliştirilmeli ve İran halkına yakın durulmalıdır. Çünkü İran; değerlendirilmesi gereken bir fırsat ve geliştirici bir rakiptir. İki ülke arasında ticari, kültürel ve enerji noktaları başta olmak üzere birçok alanda iş birliği yapılabilir.
Halid Türk
halidturkhalid@gmail.com