Politik Akademi Koordinatörleri İran 'a Gitti
Connect with us

Orta Doğu

Politik Akademi Koordinatörleri İran ‘a Gitti

Yayınlandı

on

Politik Akademi koordinatörleri İran ‘a gitti, İran ‘da gördüklerini anlattı. İran’da günlük hayat, ekonomi ve siyaset üzerine gözlemler yapan Tuğrul Sarıkaya ve Sertaç Sarıçiçek’in deneyimleri oldukça şaşırtıcı…

Neden İran’a gittiler?

İstiyorsanız en başından başlayalım… Nereden çıktı İran’a gitme fikri? Neden Avrupa ya da Amerika gitmeyi değil de İran gitmeyi istediniz?

Tuğrul Sarıkaya: Avrupa’ya ya Amerika gitmek benim için çok da zor değildi, hayatımın herhangi bir döneminde gidebilirdim. Ancak İran öyle değil. İran’a gitmek için karşına bir fırsatın çıkmasını beklemek lazım.

Karşına nasıl bir fırsat çıktı?

Tuğrul:  İran’a daha önce gitmiş olan ve Farsça bilen Sertaç’a birlikte gitmeyi teklif ettim, sağ olsun kabul etti, böylece yola koyulduk.

Setaç Sarıçiçek: Tuğrul’a katılıyorum. Bir fırsat oluşmadan, ortada mücbir sebep yokken kalkıp da İran’a gitmek halkımızın nazarında neredeyse bir delilik olarak kabul edilir. Bana göre bu üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir mevzu… Bizim yola çıkışımızın sebeplerinden biri de bu yanlış algıya karşı duyduğumuz tepkidir diyebilirim. İkimizde daha yolun başında bunun muhakkak değişmesi gerektiğini düşünüyorduk.

İran’da ne umdu, ne buldular?

Gitmeden önce kafanızda oluşturduğunuz İran imgesiyle gördükleriniz örtüştüler mi?

Sertaç: İkimizin de bu ülkenin kültürüne ve mazisine karşı duyduğumuz derin muhabbet, herhangi bir önyargıya sahip olmamıza mani olmuştur. Biz ne büyük bir beklenti içerisindeydik, ne de pek çok insanımızın düşündüğü gibi bir felaketin bizi beklediğini düşünüyorduk.

Tuğrul: İran’a gitmeden önce bu ülke hakkında zaten az çok bilgi sahibiydim. Bu ülkenin filmini, müziğini, edebiyatını takip ediyordum. Bu noktada aslında İran’a yönelik toplumun genelinde olan önyargılara sahip değildim.

Toplumun genelinde nasıl önyargılar olduğunu düşünüyorsunuz bunların İran’da bir karşılığı gerçekten yok mu?

Tuğrul: Orta Doğu’da son dönemde yaşanan karışıklıklar, İran’da şeriat hukukunun işlemesi ve bunun Türkiye’de yaratmış olduğu ciddi bir İran önyargısı var. Buna bir de 11 Eylül saldırıları sonrasında oluşmaya başlayan islamofobiyi de ekleyebiliriz. İnsanlar İran’da kaosun hakim olduğunu düşünüyorlar örneğin üniversiteden bir arkadaşım İran’a gitme, vurulabilirsin diye beni uyarmıştı. Oysaki İran’a gittiğimde İran’daki iç huzurun Türkiye’de dahi olmadığını gördüm. Örneğin İran’da hemen her ulaşım aracını kullanarak, yüzlerce kilometre yol kat etmemize rağmen hiçbir korku ya da huzursuzluk hissetmedim. Ancak Türkiye sınırından geçip, Hakkâri’den Malatya’ya gidene kadar çok defa otobüsümüz durdurularak arama yapıldı ve kimliklerimiz soruldu. İran’da hiç kimse bizi durdurup kimliğimizi istemedi. Bir İranlının bizim orada gezdiğimiz kadar Türkiye’de rahat bir şekilde gezeceğinden şüpheliyim.

Sertaç: İranın asayiş konusunda büyük bir derdinin olduğunu asla düşünmüyorum. İran 2500 yıldan fazladır hiç kesintisiz merkezi devlet geleneğine sahip bir ülke, sanırım en dikkat çeken ve en önemli unsur bu. Hemen belirtmem gerekir ki burada toplumun genel huzurundan bahsediyoruz. Bugünlerde yaşanan siyasi muhalefetin sokaklarda yarattığı gerginliği, bunun dışında ele almak gerek. Ayrıca biz oradayken hiçbir sokak eylemiyle karşılaşmadık buna tahranda dahil. bunlar konjonktürel, muvakkat hadiseler. Elbette şunu da söylemek gerekir ki büyük kentlerde suç oranlarının, diğer bölgelere nazaran yüksek olması gayet normal. Bunun en uç örneği olarak başkent yine Tahran verilebilir. Fakat nüfusu yaklaşık on dört milyon olan bir kentten bahsediyoruz, bu da son derece normal bize göre.

Türkiye İran’dan Nasıl Görünüyor?

Peki, İranlılar ne düşünüyor? Onların kafalarındaki Türkiye algısı nasıl?

Tuğrul: İranlıların hissettikleri Türkiye’ye hayranlık gibi bir şey değil bence. Saygı duyuyorlar, merak ediyorlar; mümkün olan ilk fırsatta görmek istiyorlar ama İranlıların en fazla kendilerine ve kendi ülkelerine hayran olduklarını söyleyebilirim. Türkiye hakkında aslında çok da bilgi sahibi değiller. Mesela Türkiye’nin nüfusunun resmi olarak %99’unun Müslüman olduğunu söylediğimde büyük şaşkınlık yaşayanlar oldu. Bizi çok iyi tanımıyor olsalar da bize dair güzel duygulara sahipler. Seyahatimiz sırasında Türk olduğumuzu öğrendikleri sürece bize sıcak davrandılar ancak bunda Türk olmamızın yanı sıra Müslüman olmamız etkili oldu sanıyorum.

Sertaç: Bir Sunni-Şii ihtilafından çekinecek arkadaşlar da olabilir. Gitmek niyetinde olan arkadaşlar bu konuda da rahat olsunlar. Sünni olduğunuzu bilmeleri size orada asla hiçbir sıkıntı yaratmayacaktır.

Sertaç ve Tuğrul’un yemek yediği restoranın sahibi Halil Bey bir mızıka taksimi sunuyor. Halil Bey, bundan önce Türkiye’de bulunduğunu ve mızıkayı Beyoğlu’ndan aldığını söylemiş.

Tuğrul: Türkiye’ye karşı sempati duymalarının altında başka nedenler de yatıyor. Türkiye’deki pop ve arabesk sanatçılarının birçoğunu biliyor ve takip ediyorlar. Yolculuğumuz sırasında pek çok otobüsün üzerinde latin harfleriyle yazılmış “Yıkılmadım” ya da “Belalım” gibi yazıları gördüğümüzde oldukça şaşırmıştım. İran’da İbrahim Tatlıses tam bir idol haline gelmiş durumda. Örneğin İbrahim Tatlıses’in vurulması İran’da da Türkiye kadar yankı uyandırmış. Tatlıses’in öldüğünü sanan İranlı bir kadın hayranı intihar etmiş. Onlar için İbrahim Tatlıses o kadar büyük ki yaşını başını almış bir Azeri, Tatlıses’in milletvekili seçilirse Türkiye’yi yöneteceğini ve bunu engellemek için vurulduğunu düşünüyor. Sibel Can’a karşı da oldukça fazla sempati duyanlar var. İranlı bir asker, Türkiye’ye gelirse Sibel Can’la evlenip evlenemeyeceğini sordu.

Sertaç: Burada benim de eklemem gereken bazı unsurlar olacak. Tuğrul sınırlar dışına çıkan müzik sektörümüzden bahsetti. Bunun yanında televizyon yapımlarının da orada yarattığı tesiri unutmamak gerek. Benim irana ilk gidişimde, misafir olarak ağırlandığım bazı evlerde türk kanallarının yerel kanallardan fazla izlendiğine şahit olmuştum.Tabii bu olguya daha çok Türklerin yoğunlukta yaşadıkları kentlerde rastlanabiliyor. Çünkü konuşulan dili çok rahat bir şekilde anlıyorlar. Misal İranın Doğu Azerbaycan bölgesinin başkenti olan Tebriz; burası halkının kahir ekseriyetinin Türk olduğu şehirlerden birisi, ve coğrafya olarak türkiyeye çok yakın bir bölge. Burada evlerin çoğu, uydudan türk kanallarını izlemekte. Türkçeyi bilmeyen kesim ise yurtdışından -Avrupadan veya ağırlıkla ABD’den- Farsça yayın yapan kanalları izliyor. Bizim izlenimlerimiz kendi ülkelerindeki medyanın bağımsız olmadığına inanan küçüksenmeyecek bir kamuoyu bulunduğu yönünde. Yurtdışında  yayın yapan kuruluşlar genelde mevcut iktadara muhalif grupların elinde.

Peki Türkiye’nin son on yılda geçirdiği değişim hakkında ne düşünüyorlar? Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan hakkında nasıl bir algıya sahipler?

Tuğrul: Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında bir şey diyemem ama Recep Tayyip Erdoğan’a sempati duyuyorlar. Bu sadece İranlılar için de geçerli değil. Transasya treninde birlikte yolculuk ettiğim İngiliz, İskoç, Avusturyalı ya da Kanadalılar için de geçerli. Gördüğüm kadarıyla Recep Tayyip Erdoğan uluslararası bir sempati kazanmış durumda. Ancak İran’da muhabbet etme şansı yakaladığım Ahmedinejad taraftarı bir üniversite öğrencisi Erdoğan’ı Suriye politikasını nedeniyle oldukça sert eleştirdi. Erdoğan’ın bu tavrının bölgede İsrail’in elini güçlendireceğini söyledi.

İranlılar Ahmedinejad Hakkında Ne Düşünüyor?

İran’da politik durum nasıl? Ahmedinejad hakkında neler düşünüyorlar?

Tuğrul: Dışarıdan görnünen Ahmedinajad’ın tüm iktidara egemen olduğu, ancak durum bundan farklı. Örneğin konuştuğumuz yine bir üniversite öğrencisi İranlıların siyasi düşüncelerini ifade etmekte oldukça özgür olduklarını, birisinin Ahmedinehat’a hakaret etmesi halinde başına hiçbir şey gelmeyeceğini söyledi. Ancak aynı durum İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney için geçerli değil. Hamaney’e herhangi bir eleştiri yapılabileceğini sanmıyorum.

İran’da Kadın Olmak

Günlük hayatta kadın nerede? İran’da kadınların durumu nasıl?

Tuğrul: İran’da kamusal alanda kadınların çeşitli engellerle karşılaştıkları doğru ancak bunun kadınlarda bir tepki yarattığını düşünüyorum. Bu tepki kadınları daha özgüvene sahip, daha kültürlü kılmış. Örneğin Tahran’da misafir olduğumuz bir evin kızı hem piyano çalabiliyordu, hem de birkaç yabancı dil biliyordu.

Tuğrul ve Sertaç’ın kamerasına poz veren İran’lı kızlar.

Kamusal alan demişken mesela belediye otobüslerinde kadın ve erkeklerin oturma yerleri ayrılmış ancak özel teşebbüs tarafından işletilen dolmuşlarda böyle bir uygulama yok, kadın ve erkekler yan yana oturabiliyorlar. Bundan herhangi bir rahatsızlık hissettiklerini gözlemlemedim.
Bence İran’da kadınların özgür olmadığı düşüncesi, ülkemizde de var olan, başını örtüp örtmemekle ilgili çok şekilci bir yanlış değerlendirmeden kaynaklanıyor. Şeklen böyle bir zorunluluğun ülke içinde mevcut olduğu doğrudur. Ancak bu durum kadının özgürlüğünü yargılamak için yeterli, sağlam bir zemin vermiyor kanımca. İran’da da bu durumu gördüm. Hatta orda kadınların bizim kadınlarımızdan pek çok ölçekte daha özgür oldukları kanısına vardım. Kadınlar düşünülenin aksine rahatlıkla çalışabiliyor, üniversitelerde okuyabiliyor, araba kullanabiliyor hatta ülkemizden daha yoğun bir düzeyde. Ayrıca oradaki şeri yasalar da kadınları en az buradaki medeni kanun kadar koruyor. İran’da kadın ülkemize kıyasla bazı konularda çok daha önde. Üzülerek belirteyim.

Sertaç: Bir Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi, kadınların tamamen toplumdan dışlandıklarını düşünmek imkansız ve bizce taraflı bir söylemin ürünü. Bunu orada birkaç gün bulunmakla kolayca müşahede edebilirsiniz. Mesela Bir kızın üniversiteye gidebilmesinin, bir kadının doktor olabilmesinin önünde hiç bir engel bulunmamakta. Elbet bu konuda iranı ülkemizle karşılaştırırsak büyük bir seviye farkının bulunduğunu hiçbir insaf sahibi gözetmen yadsıyamaz. Bizim kadınlarımızın toplumdaki rolü daha yaygın düzeyde. Ancak bu konunun tek taraflı ele alınması beni ve Tuğrulu rahatsız etmekte. Bizce hassasiyet gösterilmeden, sadece batı dünyasının değerlerini ölçü kabul edip; oranın kendine has yönetim tarzı ve hukuk yapısı araştırılmadan konuya önyargıyla yaklaşmak sakıncalı. Yani evrensel olarak nitelenen değerleri düşündüğümüz kadar, yerel, kültürel dini değerler üzerine de düşünülmeli.

İran ve Din

Birazda din den bahsedelim. İran’da din nasıl yaşanıyor? Ülkemizle kıyasta belirgin farklılıklar göze çarpıyor mu?

Tuğrul, Şiraz’da iki Ahund’la birlikte Sertaç’ın kamerasına gülümsüyor.

Tuğrul: Tabi ki. Orada din buradakinden çok daha farklı işlevler yüklenmiş. Bunlardan öne çıkanı ideolojik işlevi. Din devletle iç içe, bunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Mesela Cuma mescitleri var iranda. Bu mescitlerde hem dini hem ideolojik propaganda yürütülüyor. Ülkemizde de böyle bir durumun varlığı söz konusu edilebilir ancak orda bu mescitlere kitleler akıyor tabiri caizse. İslam cumhuriyeti olmasından kaynaklı herkesin aşırı dindar olduğu düşüncesi akıllara geliyor ilk etapta ancak  İranlıların düşünüldüğü kadarda dindar olduklarını gözlemleyemedim. Hatta İsfahan’da halı dükkanında karşılaştığımız  bir üniversite öğrencisine sorduğum “İran’da çok ateist var mı? Tahminen yüzde kaçı ateisttir?” sorusuna karşılık yanındaki arkadaşıyla epeyce güldükten sonra verdikleri cevap hayli dikkat çekici: “Yüzde doksan dokuzu.” Ki kendisinin de öyle olduğunu ekledi.

Türkiye’de olduğu gibi orada da türbeler, ziyaret yerleri vardı. Ancak burada olduğu gibi türbeye el yüz süren medet umanlar değil de daha farklı bir ziyaretçi kitlesine sahip bu türbeler. Ayrıca müze şeklinde düzenlenmişlerdi. Bu konudaki kıskançlığımı belirteyim, İran’da bu kadar az turist olmasına rağmen bu kadar çok müze ve turist noktası ve bu müzelerdeki düzen beni bu kültüre hayran bıraktı.
Birde orda bizdeki din görevlilerinden çok farklı olarak din adamları var ahund (آخوند) deniyor bunlara. Bu insanlar dini teşkilatlanmanın hiyerarşik mertebelerinde yer tutatn din adamları. Medreselerde eğitim alıyorlar. Tahminimce iyi bir eğitim de alıyorlar ki İngilizce’leri benimkinden fersah fersah ötedeydi .

Sertaç: İranda bu medrese denen müesseseler bugün insanımıza yabancı bir kavram, bunun neden böyle olduğunu tarihimizde tanzimat ve cumhuriyet dönemlerindeki eğitim politikalarına dayandırabiliriz. Ancak iranda halen bu köklü eğitim kurumları sürekliliğini devam ettirmekte. Bu kurumların Tuğrulunda bahsettiği üzere siyasetten ayrı düşünülmesi imkansız olduğu için lağvedilmesi mümkün değil.Hala hayatta büyük bir işleve sahipler. Bizdeki gibi siyasal sistemden giderek kopmuş bir kurum değiller. Aksine devletin yönetim kadrosunda bulunacak bir çok din adamını yetiştiren yerler buralar. Medreseler ”ahund” ve talebenin hem bir eğitim ocağı hem de kalacakları yerleri içerisinde barındıran kompleks yapılardır.

İran’da Yaşayan Türkler

İran denilince Türkiye’de akla gelen bir diğer konu ise oradaki Azerilerin varlığı. İran’da Azerilerin toplumsal konumu ne durumda? Biraz olsun fikir edinebildiniz mi?

Tuğrul: Öncelikle şunu söylemeliyim İran’da gezerken Türkçe konuşan birisini bulmakta hiçbir sıkıntı çekmiyoruz. İsfahan’da bile –Azeri nüfusun yoğunlukta yaşadığı yerlerden biri değildir- tarihi “Si o se”(33 anlamına gelir) köprüsünde otururken yanımızda azeri türkçesiyle şarkılar söyleyen bir gruba rastlamıştık. (bu köprüde gelenektir oturup şarkı söylemek) biz onlara kulak kabartıp anladığımız kadarıyla şarkının sözlerine eşlik ettik. Duyup yanımıza geldiler Türk olduğumuzu anlayınca Adnan Şenses’ten Doldur Be Meyhaneci şarkısını patlattılar baştan afalladık. Devamında İbrahim Tatlıses’ten, Azeri türkülerden hep birlikte eşlik ederek şarkılar söyledik. Türkçe İran’da çok yaygın kullanılıyor. Bekli de tespit edilen Azeri nüfusa oranla çok daha yüksek bir yoğunlukla kullanılıyor.

Azerilerin yoğun olarak yaşadığı Tebriz’in kapalı çarşısından bir kare…

Sertaç: İran 1926 senesi; Kacar Hanedanlığının devrilmesi hadisesine kadar, Türk hanedanlarınca yönetilmiş bir ülke. Bunları Selçuklular, Timurlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safeviler, Afşarlar ve nihayet Kacarlar olarak sıralayabiliriz. Türk dilinin bu ülkede yaygın olması Tuğrulun da belirttiği gibi yalnızca orada bulunan Türk kökenli halka atfedilecek bir durum değil. Türkçe iranda bir kültür dili gibi. Bunu iran sinemasına aşina olan bir çok insan görebilir. Filmlerde Türkçe maniler veya ezgiler okunduğunu görürüz. İki dil birbirleriyle o denli alışveriş içerisindeki ki bu etkileşim hala canlı olarak günümüzde de sürmektedir. Farsçanın dilimze ne derece yoğun etkide bulunduğunu söylememize gerek yok. Bunun yanında Farsça’da bir çok Türkçe kelimenin de bulunduğunu söylemek lazım; hitaplarda kullanılan ‘Aga’ ifadesi ‘baci’, ‘dayi’ gibi akraba isimleri;  orduda, top, topçi gibi terimlerin bulunması yalnızca birkaç örnek. bunun bir örneğini de Tahran’da ‘Mihrabad’ havaalanında otomatik kapıların üzerinde yazan farsça ‘Açilan (açılan) der’ ifadesinde görebilirsiniz.

Tuğrul: Azerilerin toplumsal yapıdaki yerleri ise ekonomik açıdan pek sağlam değil. Bunu tüm güzelliklerine rağmen Tebriz’i diğer Fars şehirleriyle kıyaslayınca da görebiliyorsunuz. Azeriler genellikle ekonomide taksi şoförü, inşaat işçisi, güvenlik görevlisi gibi yerlerde konumlanmışlar. Ama bu bozulmaz bir kaide değil yine de. Şiraz’dan ayrılırken iyi bir eğitim almış iyi bir meslek sahibi abimizle de tanışmış sohbet etmiştik.

Anlaşılan bilgilendirici güzel bir yolculuk olmuş. Bildiğimiz kadarıyla Haydar Paşa’dan Tebrize kadar bir tren yolculuğu yaptınız. Son olarak buna da değinmek ister misiniz?

Tuğrul: Kesinlikle değinmek isterim. Tren yolculuğu yaptığım en güzel yolculuktu. Hindistan’a kadar devam eden bir Transasya seferi var. Biz Haydarpaşa’dan bu seferin İran ayağını tamamladık neredeyse. Kısmetse bir dahakine geri kalanı…

Yol neredeyse üç gün sürmesine rağmen çok hızlı geçti. Dünyanın dört bir yanından gelen farklı insanlar kimisi Hindistan’a kimisi ise bizimki gibi İran’a doğru. Öyle ki tren de personel dışında üç Türk vardı o da bizim tayfa Yabancı insanlarla sohbet ettik, Türkiye hakkındaki iyi kötü düşüncelerini öğrendik, şarkılar söyledik, eğlendik göbek attık…Böylesine masal gibi bir yolculuktu.Herkese tavsiye ederim bu tren yolculuğunu. Yoksa Avrupa’dan bisikletle yola çıkmış iki üniversite bitirmiş bir İngiliz’in, Çin asıllı Portekiz doğumlu İskoç vatandaşı bir fantastik roman yazarının veya bir belgesel yapımcısı Avusturyalının, dünyayı dolaşan bir Kanadalının hikâyesini mümkün değil başka bir yerde, bir arada bulamazlar. Söyleyebileceklerim bu kadar.

Hayalini kurduğunuz bir yolculuğa çıkma cesaretini gösterdiğiniz için tebrik ederim. Umarım bir dahaki seferinizde ben de yanınızda olma fırsatı bulabilirim. Gidip, gördüklerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim.

Devamını Oku
Reklam
2 Yorum

2 Comments

  1. morteza

    06/12/2012 at 15:31

    merhaba
    yazinizda iki yanlislik buldum
    1. achilan dor farscada kullanilan bir kelime degil.o bir marka . ben firmanin baskani azeri oldugunu dusunuyorum . boyle marka lar cok var iranda mesela” senich” (meyve suyu markasi )vb
    2. “Azeriler genellikle ekonomide taksi şoförü, inşaat işçisi, güvenlik görevlisi gibi yerlerde konumlanmışlar”.

    disaridan boyle gosteriyor ama boyle degil. azeriler her toplumda cogunluga sahibler. ben bir gazetede calisiyorum. orada bile azeriler daha cok .universiteler de bile durum ayni. bunu demek istiyorum ki cok olduklarindan dolayi oyle zanedilir
    morteza hashemi

    • Tuğrul Sarıkaya

      17/12/2012 at 03:31

      Morteza bey. Bilgilendirmeleriniz için çok teşekkürler. Saygılar.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2022 Orbis Medya Bilgi ve İletişim Teknolojileri Ltd. Şti. Her hakkı saklıdır. Web sitemizdeki haber, makale ve içeriklerin her hakkı saklıdır. İçeriklerimizin izinsiz kullanımı halinde yasal işlem başlatılacaktır.